2006/01/26

Brezilya’nın Okulcukları

Brezilya futbolu yurtdışında hep sempatiyle ve ilgiyle izlenir. Dünya kupalarında kendi ülkelerinin yanısıra Brezilya’yı destekleyenler çoktur. Hatta Arjantinlilerin bile kendi takımlarının elendiği dünya kupalarında Brezilya’yı destekledikleri görülür. Sarı-mavi-yeşil formanın ve bayrağın bu kadar seveninin olmasının sebebi çoktur: Seleção’nun dünyanın en iyi futbol takımı olması (5 dünya kupası kazanan başka bir ülke şimdilik mevcut değildir), Brezilya’nın dünyanın en çok futbolcu yetiştiren ülkesi olması, samba, karnaval, bulvar gazetelerinin “kupa güzelleri” köşelerinden eksik olmayan, Brezilya poposunu ve bikiniyi dünyada meşhur eden Brezilyalı kızlar...

Brezilya’nın bu eğlenceli imajı ve keyifli futbolu birçok kişinin Brezilya futbolu konusunda yanılgılara kapılmasına sebep olur. Herkesin futbol oynadığı Brezilya’da futbolcular kumsallarda değil disiplinli ve ciddi futbol tesislerinde gelişirler. Brezilyalı oyuncular sistematik bir biçimde keşfedilir ve profesyonel futbol yaşamına geçiş yapmak üzere yetiştirilirler.

Kulüplere oyuncu toplama sisteminin en önemli üyelerinden biri de olheiro adı verilen adamlardır. İsimleri “bakmak” anlamına gelen “olhar” fiilinden türemiş olan ve Avrupa futbolundaki scoutlara benzeyen olheirolar kabaca ikiye ayrılabilir. Birinci tip olheiro genelde kulüple kontrat yapar ve rakip takımların maçlarını izleyerek strateji, oyuncular vs hakkında bilgi toplar. İkinci tip olheiro ise kulüplerle kontrat yapar veya bağımsız çalışır. Göreviyse futbol oynanan her köşeye girip oyuncu keşfetmektir. 6-7 yaşında çocuklar favelada bir arsada, kumsalda veya bir çıkmaz sokakta maç yaparlarken kenarda onları izleyen adamlar olheirolardır (futbol aşıklarını ve boşgezenleri saymazsak tabii).

Brezilyalı çocuklar yürümeye başladıkları anda topla tanışırlar. Türkiye’de sokak futbolu oynamış çocukların yakından tanıdıkları, yumurta adıyla da bilinen, mahallenin uyuz amcalarının kesmekten büyük zevk aldıkları, Brezilya’da “dente de leite” yani “süt dişi” adı verilen plastik bakkal topları; evdeki eski çorapların sarmalanmasıyla yapılmış, “bola de meia” yani “çorap topu” adı verilen toplar; sokak pazarları toplandıktan sonra arta kalan meyveler, bilhassa da sağlam kabuklu portakallar; hatta sektirme yarışlarında kullanılan gazoz kapakları Brezilya sokak futbolunun vazgeçilmez araçlarındandır.

Fakat Brezilya sahalarında top koşturmaya aday oyuncular bu araçları geride bırakırlar. Olheirolar tarafından keşfedilen çocukların velileriyle temasa geçilir ve çocuklar, doğuştan gelen yeteneklerinin yanında fiziksel, teknik ve taktik yönlerinin geliştirilmesine yardımcı olan bir escolinha'ya ("okulcuk" anlamında) alınırlar. Profesyonel futbola başlamak için bir eğitim süreci olarak görülebilecek escolinhaların genelde aylık bir ücretleri vardır, fakat çok yetenekli ve maddi durumu yetersiz çocuklardan ücret alınmadığı da görülür. Örneğin Santos kulübünün kendi escolinhası dışında 16 adet anlaşmalı escolinhası bulunur. Böylece buralarda parlayan yeteneklerin Santos tarafından keşfedilmesi ve ikna edilmesi kolaylaşır.

Escolinhaların imkânları elbette parasal olanaklarına göre değişir. Kimi escolinhalar oyuncularına forma ve ayakkabı bile sağlarken kimileri toprak sahada temel eğitim vermekle yetinmek durumundadır. Ancak disiplin her zaman mevcuttur. Bu anlamda futbol, büyük kısmı fakir ortamlardan gelen çocukların suça ve belaya bulaşmamaları için adeta bir sosyal yardım işlevi de görür. “Brezilya’da kumsalda futbol oynandığı için oyuncular çok yaratıcı, ülke futbolu böyle gelişiyor,” demek Brezilya’nın futbol kültürünü ve futbol eğitimine verdiği önemi hiçe saymak demektir. Oyuncular çocuk yaştan itibaren antrenmanlara katılmaya, bireysel yeteneklerini takım içinde göstermeye, düzenli olarak maç yapmaya alışırlar. Ayrıca hem çim sahaların bakımının zorluğundan hem de küçük çocukların gerçek futbol sahası boyutlarında antrenman sahalarında oynamalarının yoruculuğundan dolayı futsal eğitimi yaygınlaşmıştır. Basket sahası benzeri kapalı alanlarda, saha futboluna nazaran daha küçük ve ağır bir topla oynanan futsal sayesinde oyuncular mecburen top ve alan hakimiyetlerini, her birine bir isim verilmiş olan çalımlarını geliştirerek hızlı bir futbol oynamaya alışırlar.

Brezilya’da hiçbir oyuncu sonradan keşfedilmez. 19-20 yaşında birden parlayan oyuncu gibi bir kavram yoktur. Escolinhalarda, kulüplerin altyapılarında, U-13, U-15, U-17 gibi genç takımlarda kendilerini gösteren yıldızlar dünya çapında tanınıp büyük kulüpleri peşlerinden koşturmadan önce Brezilya’da zaten tanınırlar ve hem yerel hem de uluslararası gençlik turnuvalarını yayınlayan televizyon kanalları sayesinde futbolseverler tarafından izlenirler.

Futbol kültürü ve eğitiminden söz ediyorken son olarak da geçtiğimiz Eylül ayında Peru’da gerçekleşen FIFA U-17 Dünya Şampiyonasının yarı finalinde ilgimi çeken bir olaydan bahsetmek istiyorum. Hatırlarsak müthiş bir maç sonunda Brezilya ekibi Türkiye’yi son dakika golüyle 4-3 mağlup etmişti. Sonradan Türkiye’deki tanıdıklarımdan duyduğum kadarıyla, maçı yayınlayan kanal orada maç bittikten sonra yayını kesmiş. Buradaysa ne yazık ki devam etti; böylece kendini kolu bacağı koparılmış gibi yere atan ve bebek gibi ağlayan Türk oyuncuları izleme fırsatı bulduk. Buraya kadar tamam, oyuncuların genç ve çok hırslı olduğu söylenebilir. Ancak çirkinlik maçın yıldızlarından Ânderson koridorda Brezilya televizyonunun sorularını yanıtlarken ortaya çıktı. “Çok heyecanlı bir maç oldu, iki taraf da çok mücadele etti ve iyi oynadı, ama son dakika golüyle biz kazandık,” benzeri laflar eden Ânderson’un sözleri, koridora giren Türk oyuncuların yaratıcı küfürleri ve bağırışmalarıyla kesildi. Birkaç gün sonra Brezilya’nın Meksika’ya 3-0 boyun eğdiği final maçındaysa Brezilyalı gençler mağlubiyeti doğal bir üzüntüyle karşıladılar, kimseyle dalaşmadılar. Herhalde Brezilya’da güzel bir futbol oynayarak kazanmak amacıyla yetiştirilen gençler aynı zamanda kaybetmeyi de öğreniyorlar.

2006/01/21

Hayvan Adam Edmundo

Palmeiras, bir türlü halledemediği forvet hattı sorununu bu sene Edmundo ile çözmeye çalışıyor. Edmundo, Palmeiras taraftarlarına yabancı bir isim değil; başarılarıyla olduğu kadar başarısızlıklarıyla da ünlü Edmundo, kariyerinin en parlak dönemlerinden birini Palestra Itália’da yaşamıştı.

Rio De Janeiro’nun karşı yakası Niterói’de dünyaya gelen Edmundo Alves de Souza Neto futbola çocuk yaştayken yerel bir escolinhada başlamış ve uzun süre futsal oynamıştı. İlk profesyonel maçına taraftarı olduğu takım Vasco Da Gama formasıyla çıkan ve Vasco’daki başarısıyla diğer kulüplerin dikkatini çeken Edmundo, 1993 yılında, Parmalat sponsorluğunda para içinde yüzen ve tarihinin en başarılı dönemlerinden birini yaşayan Palmeiras’a transfer oldu. Roberto Carlos, Rivaldo, Flavio Conceição, Zinho gibi isimlerin yer aldığı efsane Verdão kadrosunda ’93 ve ’94 yıllarında ikişer kez Brasileirão ve Paulistão şampiyonluğu yaşadı.

133 maçlık Palmeiras kariyerinde 65 gol atan Edmundo’nun, saha içi ve dışındaki saldırgan davranışları dolayısıyla Animal (Hayvan) lakabını alması uzun sürmedi. Büyük başarılar kazandığı Palmeiras’tan ayrılması da hem takım arkadaşlarıyla hem de takımın başındaki Vanderlei Luxemburgo ile aralıksız didişmesiydi.

’95’te Flamengo’ya postalanan Edmundo’nun, hücum hattında halihazırda Romário ile Sávio’yu bulunduran kırmızı siyahlı ekibi bir rüya takıma dönüştürmesi bekleniyordu. Ancak iki deli (Edmundo + Romário) birleşince Mengão sezonu rüya takım olmaktan çok uzakta, kabuslar içinde tamamladı ve Corinthians’a gönderildi.

Bu arada tıpkı Romário abisi gibi fut-vôlei, içki ve uyuşturucu düşkünlüğüyle tanınan Animal, zaten pek iç açıcı olmayan pislik listesine aynı sene bir çentik daha attı. Bir gece kafası güzel bir biçimde Jeep Cherokee’siyle Rio sokaklarında çılgın atan Animal, son süratle bir Fiat Uno’nun tepesine çıkıp arabadaki gençlerden üçünü öldürdü, ikisiniyse yaraladı. Ünlü, hele de futbolla ünlü olan kişilerin ne yazık ki yasanın üstünde olduğu Brezilya’da Animal arkasında üç ceset bırakmasına rağmen elini kolunu sallayarak sahalara döndü.

Düşüşü Corinthians’ta da devam eden Edmundo çok geçmeden gönlündeki takım Vasco’ya döndü. ’97 sezonu tamamlandığında Animal Palmeiras’taki günlerini aratmayacak bir biçimde Brasileirão şampiyonluğunun yanısıra hem ligin en iyi oyuncusu seçiliyor, hem de gol krallığına ulaşıyordu.

Bu başarısının üstüne Fiorentina’nın dikkatini çekti mor beyazlı ekibin teklifini kabul ederek İtalya’nın yolunu tuttu. Özellikle Batistuta’nın müthiş oyunuyla İtalya’yı altüst eden Fiorentina’da geçirdiği iki sezonda Serie A üçüncülüğüne kadar yükselen Animal’ın kariyeri yeniden yükselişe geçmiş gibi görünüyordu.

Fiorentina’dan ayrıldıktan sonra kariyeri yine dibe vuran Animal sonradan oynadığı takımlarda da başarısızlıklarını perçinlemekten ileri gidemedi; Santos, Napoli (İtalya’nın en kötü yabancısı seçildi), Cruzeiro (Vasco’ya 3-0 yenildikleri maçtan önce, “Ben Vasco taraftarıyım, gol atarsam sevinmemi beklemeyin,” dedi ve maç sırasında kullandığı penaltıyı Vasco’nun kalecisine nişanladı), Tokyo Verdy (takımla maça bile çıkmadan ayağından ameliyat olacağını söyleyip Rio’ya döndü ve ameliyat olduğu günün –yerseniz- ertesi günü Rio karnavalında coşarken yakalandı), Urawa Red Diamonds, Vasco, Fluminense (burada yine Romário ile birbirlerini yediler) duraklarından sonra 2005 yılında soluğu Santa Catarina eyaletinin dişlilerinden Figueirense’de aldı.

Brasileirão 05’te pek bir iddiası olmayan Figueirense’yi ligde tutmayı başarırken taraftarı olduğu Vasco’yu 5-1 devirdikleri maçta da takımının üç golü Animal’dan geliyordu. Sezonu 15 golle tamamlayan Edmundo’nun Aralık ayında Palmeiras’a dönmesinde Palestra Itália’yı en çok etkileyen şeylerden birisi belki de Palmeiras’ın Figueirense ile 2-2 sonuçlanan maçında Edmundo’nun eski takımına attığı iki goldü.

Ancak Edmundo daha takıma gelmesinin üstünden birkaç gün geçmeden Rio’da sabah üç sularında Land Rover’ıyla slalom yaparken yakalandı. Kendisini durduran polislere, “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz lan?” benzeri laflar edip merkeze götürüldükten sonra aşırı alkollü olduğu tespit edildi ve R$3000 para cezasına çarptırılıp serbest bırakıldı. (Adam üç kişiyi öldürmüş hâlâ takılıyor, ne bekliyorduk yani?)

Kariyerinin en yüksek noktalarından birine ulaştığı Palmeiras’a geç de olsa (35 yaşında) dönen Animal’ın gelişine en çok sevinenlerse Verdão taraftarları oldu. Yeşil beyazlı ekibin Parque Antarctica’da oynadığı iki maçta da tribünleri tıklım tıklım dolduran taraftarlar, seyircisi karşısında çıktığı ikinci maçta takımının tek golünü (penaltıdan) atarak bu sezon ilk kez ağları havalandıran Animal’dan kariyeri pislik dolu olsa da çok şey bekliyorlar.

Hal böyleyken buyrun size Animal’ın pisliklerinden bir demet:

- Nisan 1993: Palmeiras’ta oynarken Vitória karşısındaki maçta elini hakem José Crisaldo’nun yüzüne koyduktan sonra oyundan atıldı.

- Ekim 1994: São Paulo oyuncusu Juninho Paulista’ya (şu anda Palmeiras’ta birlikteler) tükürdükten sonra oyundan atıldı. Oyundan çıkarken SP’nin defans oyuncusu André Luiz’e yumruğu geçirince sahanın içi mezbahaya döndü ve Edmundo’nun da sağlam tekmeler çıkardığı kavganın sonucunda oyuncular karakolda barışıp öpüştüler.

- Mart 1995: Palmeiras ile Nacional arasında Quito’da oynanan Libertadores karşılaşması sona erdikten sonra Edmundo, TV Telesistema’nın kameramanlarından birine saldırdı. Palmeiras yayıncı kuruluşa US$ 10.000 tazminat ödemek zorunda bırakıldı ve Animal 6 gün boyunca Ekvador’da gözaltında tutuldu.

- Ekim 1995: Flamengo’da oynarken Arjantin’in Vélez Sarsfield takımından bir oyuncuyla dalaştı ve suratına esaslı bir yumruk yedi.

- Aralık 1995: Yukarıda da bahsettiğim araba kazası sonucunda 3 kişiyi öldürdü.

- Şubat 1996: Corinthians’ta oynarken bir taraftar Edmundo’dan imza istediğini ve karşılık olarak kafasına yumruk yediğini iddia etti. Edmundo iddiaları yalanladı.

- Haziran 1996: Cristina Mortágua adlı mankenin oğlu Alexandre’nin babalık haklarını üstüne aldı. Ancak şu anda çocuğu görmeyi reddediyor.

- Şubat 1998: Rio karnavalında eğlenmek üzere Fiorentina’dan ayrıldı.

- Şubat 1998: Deportivo La Coruña’nın haşarı yıldızı Djalminha ile birlikte La Coruña’daki bir kumarhaneden çıkarken bir İngiliz turiste saldırmakla suçlandı.

- Mart 1999: Üç kişinin ölümüne sebep olduğu araba kazasından dört sene sonra yarı-kapalı cezaevinde 4,5 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. Yasal yollardan ayar çektirip hapse girmemeyi başardı.

Ne diyeyim, cidden hayvansın Edmundo.

(Not: Yazının başında bulunan fotoğrafa gösterilen ilgiden dolayı fotoğrafın hikâyesini de kısaca anlatayım. ’99 yılında oğlunun doğumgünü partisi için bir sirkten Pedrinho adlı bir şempanze kiralayan Edmundo kafası güzelleşince şempanzeye bira içirmeye başlar. Birayı içirdikçe de, Vasco’da oynayan zenci bir defans oyuncusunu hatırlayarak, “İç, Odvancım, iç, helal olsun!” diye gazı verir. Neticede Pedrinho ayakta duramayacak kadar sarhoş olur ve gösteri filan yapamaz. Olay (ve görüntüler) basına yansıyınca hayvan hakları örgütleri, ırkçılık karşıtı dernekler, bira üreticileri vs ayaklanır. Tabii Animal bu, sonuçta hiçbir şey olmaz.)

2006/01/18

Grêmio’nun Yedi Silahşörleri

Brezilya’nın köklü kulüplerinden Grêmio geçtiğimiz Kasım ayı sonunda Brasileirão’ya dönüşünü müjdeledi. Hem de nasıl müjdeledi!.. diye haykırmadan önce kulübün geçmişinden kısaca bahsedeyim.

Rio Grande Do Sul eyaletinin başkenti Porto Alegre’nin en büyük iki kulübünün Grêmio ve Internacional olduğu rahatlıkla söylenebilir. Üç renkli (mavi, beyaz, siyah) formasından dolayı Tricolor (veya Tricolor Gaúcho) diye anılan Grêmio ile kırmızılı formasından dolayı Colorado lakabı yakıştırılan Internacional arasında azılı bir rekabet söz konusudur. Bir klasik olarak adlandırabileceğimiz bu rekabete Gre-Nal adı verilir.

Kimi Brezilyalılar, Internacional'in renkli veya kırmızı anlamına gelen Colorado lakabının kulübün parlak renkli formasından ziyade ’50’li yıllara dek kapılarını zenci oyunculara kapalı tutmuş olan Grêmio’nun tersine zenci oyunculara kucak açmış olmasından ileri geldiğini söylerler. Zaten Internacional de 20. yy başlarında São Paulo’dan Porto Alegre’ye göç eden ve beyaz olmalarına rağmen şehirde yeterince tanınmadıkları için Grêmio spor kulübüne kabul edilmeyen Poppe kardeşler tarafından kurulmuştur.

Brezilya kulüplerinin ırk olaylarını artık pek takmadığı ve bir zamanların Alman komünitesi takımı Grêmio’dan günümüzde Ronaldinho Gaúcho, Emerson, Jardel, Ânderson gibi kahve tenli nice yeteneğin yetiştiği veya çıktığı düşünüldüğünde bu rekabetin politik yönünün pek kalmadığı söylenebilir.


’81 ve ’91 yıllarında Brasileirão şampiyonu olan Grêmio 2004’te ligi sonuncu sırada bitirerek ikinci lige düşmüştü. Ancak ertesi sene hem ikinci ligde hem de yükselme grubunda inanılmaz bir oyun çıkararak 2006’da yeniden Brasileirão’da mücadele etmeye hak kazandı.

Ancak ben Grêmio’nun ikinci lig macerasından değil, bu maceranın düğümünü çözen, 26 Kasım 2005 tarihli Náutico-Grêmio maçından bahsetmek istiyorum.

Dört takımlı yükselme grubundaki puan yakınlığından dolayı son maçları kazanan takımların Brasileirão 06’ya gitmelerine kesin gözüyle bakılıyordu. Recife deplasmanında işlerin kolay olmayacağı daha maç başlamadan belliydi; Grêmio takımı maçtan önce ısınmak için sahaya çıktığında taraftarlar yedek kulübelerini yağ ve boya yağmuruna tutmuşlardı. Ama asıl cehennem maçın başlangıç düdüğünden sonra başlayacaktı.

İlk yarının 35. dakikasında bir penaltıyı direğe vuran Náutico ikinci yarının 30. dakikasında Grêmio’nun defans oyuncusu Escalona’nın kırmızı kart görmesiyle umutlanmıştı. Birkaç dakika sonra hakem Náutico adına bir penaltı daha verince yer yerinden oynamış ve Grêmio oyuncuları hakemle tartışmaya başlamışlardı. Tartışmanın sonucunda hakem, etrafı polisler tarafından sarılarak korumaya alınmış, taraftarların bir bölümü sahaya inmiş ve Grêmio sahayı terk etmenin eşiğinden dönmüştü. Arbede 25 dakika sonra dindiğinde Grêmio’nun üç oyuncusu daha kırmızı kart görmüştü.

Sahada 7 oyuncusu kalan Tricolor Gaúcho’nun taraftarları, takımlarının maçın son 10 dakikasını en azından fark yemeden geçirebilmesi için dua ediyorlardı. Ancak birkaç dakika geçip Náutico’nun defans oyuncusu Batata da kırmızı kart gördükten sonra bir mucize gerçekleşti. Kalenin önünde altı kişilik bir duvar oluşturan Grêmio, oyuna sonradan giren genç orta saha oyuncusu Ânderson ile bir kontratak şansı yakaladı. Peru’daki U17 şampiyonasında Brezilya takımında parlayan ve sezon sonunda Brezilya’dan ayrılmak üzere Porto ile anlaşan Ânderson, Grêmio formasıyla çıktığı son maçta sol kanattan tek başına ceza sahasına girerek yedi kişi kalan takımının golünü attı ve hem Porto Alegre’yi hem de maçı izleyen futbol aşıklarını coşturdu. Grêmio kalan dakikalarda da insanüstü bir mücadele göstererek maçı gol yemeden tamamladı ve 1-0’lık sonuçla Brasileirão 06’ya katılmayı fazlasıyla hak etti.

Bugünün ek bilgisine gelince; Galatasaray’da geçirdiği seneler boyunca tüm Türkiye’nin sevgisini kazanmış, Brezilya ve dünya futbol tarihinin en başarılı kalecilerinden Cláudio Taffarel’in henüz tıfıl bir oğlanken Grêmio tarafından denenip beğenilmediği için Internacional’e gittiğini ve ’90 yılında Parma’ya transfer olana dek altı sene boyunca Colorado formasını giydiğini biliyor muydunuz? Neyse, artık biliyorsunuz.

2006/01/16

Özlettin Kendini Paulistão

Federal bölge Brasília dahil 27 eyaletten oluşan Brezilya’da 27 tane de eyalet ligi bulunur. En popüler eyalet ligleri sayılabilecek São Paulo ve Rio De Janeiro şampiyonalarının ardından Rio Grande Do Sul, Minas Gerais, Bahia, Paraná gibi eyaletlerinin ligleri gelir.

Ben de São Paulo’da bulunduğumdan kelli, geçen hafta başlayan ve Campeonato Paulista veya Paulistão diye anılan São Paulo eyalet ligi hakkında bilgi vermeye çalışacak, diğer liglerde gelişen ilgi çekici olaylara da yeri gelirse değineceğim.

Öncelikle Brezilya’da futbolla ilgili her şeyin önemli olduğunu, yazın oynanan ve yaklaşık 3 ay süren eyalet liglerinin kısa süresine aldanıp ulusal lig Brasileirão’ya nazaran daha önemsizmiş gibi görülmemesi gerektiğini, eyalet liglerinin de Brezilya futbolunun tamamındaki göze hoş gelen ve mücadeleci oyundan uzak olmadığını belirtmek istiyorum.

Paulistão’da birçok takım şimdiden ikinci maçlarını oynadı. 12 Ocak’ta Parque Antarctica’da oynanan Ituano maçıyla sezonu açan Palmeiras’ın tribünleri tamamen doluydu. Palmeirasın (ve Brezilya futbolunun) efsanelerinden Edmundo’nun kulübe dönmesinin şerefine stada akın eden seyirciler (biletler tükendiği için maçı tribünden izleme şansı bulamadım) Edmundo’nun eski performansına şahit olamasalar da takımın iki stoperi Daniel ve Gamarra’nın golleriyle kazanılan 2-1’lik galibiyetle sevindiler.

Vágner Loveın CSKAya gidişinden beri gol yollarında sorun yaşayan ve bu sorunu Muñoz, Osmar, Warley, Gioino gibi isimlerle çözmeye çalışmış olan Palmeiras’ın ilk golü, yanlışlıkla Daniel’in kafasına çarpıp kaleye giren bir toptu ve golün tekrarını izleyen kitlelere Hakan Şükür tadı yaşattı.

Palestra Itália şampiyonada oynadığı ikinci maçta da ikinci yarıda oyuna giren Corrêa ve Washington’un golleriyle Marília’yı deplasmanda 2-1 yenerken Edmundo yine bekleneni veremedi. İlk maça da yedek olarak başlayıp ikinci golün pasını veren Corrêa’nın bu maçta frikikten attığı golse görülmeye değerdi.

Geçirdiği sakatlık sonrasında Emerson Leão tarafından dinlendirilen Juninho Paulista’nın yokluğunda forma şansı bulan Christian ise iki maçta da şık hareketleri ve sağlam paslarıyla orta sahayı toparlamakta başarılıydı.

Şampiyonanın ilk gününde (11 Ocak) Corinthians’ı 1-0 yenip dün de América’yı deplasmanda 3-2 mağlup ederek şampiyonaya hızlı bir başlangıç yapan Noroeste, ligin birinci sırasını Palmeiras ile paylaşıyor.

Real Madrid’den kovulan Vanderlei Luxemburgo Santos’a döndükten sonraki ilk maçında São Bento ile 1-1 berabere kaldı. Bu sonuç, takımın saldırı hattı Luizão, Cláudio Pitbull ve taraftarın sevgilisi, Barcelona ile Olympiakos’tan hatırlanabilecek Giovanni’nin ikinci maçta kadrodan çıkarılmasına sebep oldu. Santos, Rivaldo’nun eski takımı Mogi Mirim’e karşı oynanan ikinci maçı 2-0 kazansa da Luxemburgo’nun adı geçen üç oyuncuyu takımdan yollayacağı söyleniyor.

Corinthians ikinci maçında Portuguesa Santista’yı sezon başında Lyon’dan transfer edilen genç forvet Nilmar’ın üstün performansı ve 3 golüyle (özellikle müthiş bir voleyle attığı son gol alkışı hak ediyordu) 5-1’lik bir skorla ezerken geçen sezonun yıldızı Carlitos sezona fiziksel açıdan hazır olmadığını söyleyip Brezilya futbolunun yorucu takviminden şikayet ederek maçta oynamadı ve dört günlüğüne ülkesi Arjantin’e gitti.

Brezilya futbolunun ağır takviminden hem yukarıda hem de birkaç gün önce yazdığım Robinho yazısında söz etmişken geçen gün gazetede gözüme çarpan bir istatistiği aktarmak istiyorum. İşte Avrupa ve Güney Amerika’nın önde gelen bazı kulüplerinin 2006 sezonunda oynayacakları olası maç sayıları (ilk rakam en az, ikinci rakamsa en çok kaç maç oynama ihtimali olduğunu gösteriyor):

Corinthians: 65 / 83
River Plate: 42 / 66
Bayern Münih: 38 / 59
Real Madrid: 42 / 63
Milan: 42 / 63
Chelsea: 42 / 64

2006/01/13

Matthäus’un Yeni Elbisesi

Brezilyalı futbolcular İspanya’dan İzlanda’ya, Hindistan’dan Türkiye’ye dünyanın dört bir yanında top koştursalar da Brezilya sınırları içinde top koşturan yabancıların sayısı azdır. Yurtdışına birçok teknik direktör gönderen Brezilya’nın kendi sınırları içinde görev yapmış olan yabancı teknik direktörlerin sayısıysa bildiğim kadarıyla bir elin parmaklarını bile bulmaz.

1894 yılında, São Paulo’da yaşayan Charles Miller isimli İngiliz göçmenin şehre İngiltere’den iki top, iki üniforma ve topları şişirmek için bir hava pompası getirmesiyle başlayan Brezilya futbol tarihinin ilk yabancı teknik direktörü (ve ilk profesyonel teknik direktörü), 1907 yılında Paulistano’yu çalıştırmış olan İngiliz teknik direktör John Hamilton’dır. İkincisiyse 2005’te Corinthians’ın başında 15 maça çıkmış ve çok da kötü bir performans sergilememesine rağmen São Paulo karşısında alınan 5-1’lik yenilgiyle görevine son verilen Arjantinli ünlü isim Daniel Passarella’dır.

Hamilton’ın görev yaptığı zamanların futbolun arkaik dönemlerine denk geldiğini, Passarella’nın ise hakkında yorum yapmayı zor kılacak kadar kısa bir süre görevde bulunduğunu ve iki vaka arasında geçen 100 yıla yakın süreyi göz önünde bulundurursak, Brezilya futbolunda yabancı teknik direktörlerin pek tercih edilmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Avrupa futbolunda teknik direktörler başka ülkelerin kulüplerinde rahatlıkla çalışabiliyor, hatta yabancı milli takımlarda bile yadırganmadan görev alabiliyorken Brezilya futbolunda durumun böylesine zıt olması, Brezilya’nın futbol geleneklerine ve gururuna bağlanabilir.

Çiçeği burnunda teknik direktör Lothar Matthäus, geçen yıl Libertadores finalinde São Paulo’ya boyun eğen Atlético Paranaense kulübüyle bir süredir görüşmedeydi. Furacão (Kasırga) namlı kulüp iki gün önce, futbolculuk döneminde Borussia Mönchengladbach, Bayern Münih, Inter ve Metrostars takımlarında oynamış ve Alman milli takımıyla tam 5 dünya kupasına katılarak bu alanda bir rekora imza atmış olan Matthäus’u takımın başına getirdi. Böylece Şubat ayında resmen göreve başlayacak olan Matthäus, Brezilya futbol tarihindeki üçüncü yabancı teknik direktör oldu.

Futbol kültürleri konusunda kesinlike taviz vermeyen (bu konuda pek de haksız olmayan) insanların ülkesi Brezilya’da yabancı bir teknik adamın göreve gelmesi hayret, şüphe ve tiksintiyle karşılanadursun, Alman asıllı nüfusun ve mentalitenin ağırlıkta olduğu güney eyaletlerinden Paraná’nın başkenti Curitiba’nın takımlarından Atlético Paranaense, Brasileirão 01’de ilk kez yaşanan şampiyonluğu, Matthäus’un yönetimindeki genç ve yetenekli kadrosuyla yeniden tatmaya çalışacak.

Futbolu bıraktıktan sonra Rapid Wien ve Partizan Belgrad takımlarını yöneten Matthäus son olarak Macaristan’ın teknik direktörlüğünü yapmış ve takımın 2006 Dünya Kupası elemelerini aşmasını sağlayamamıştı. Partizan dönemindeki başarısınıysa takımın mayasının iyi olmasına, Matthäus’un hörgüçten yemesine bağlayan çok olmuştu.

“Brezilya ve Alman futbolu arasında köprüler oluşturacak,” benzeri geyiklerle göreve gelen Lothar Matthäus’un Brezilya’da tutunabilmek için kırk fırın ekmek yemesi gerektiğini düşünüyor, “Brezilya’da seni çiğ çiğ yerler, Lothar efendi, sezonu tamamlarsan şanslı sayılırsın,” diyorum.

2006/01/12

Romário Paşa

Futbolla ilgisiz insanlar bile Romário’nun adını bir şekilde duymuş, duymamışlarsa da birkaç sene önce bir cips reklamında donsuz halde yaşadığı gol sevincini görmüşlerdir.

Oynadığı her takımda, her koşulda araba dolusu gol atan, ’94 Dünya Kupasında Seleção forvetinde Bebeto ile uyumuyla Brezilya’ya kupayı getirmekle kalmayıp aynı sene FIFA tarafından da dünyanın en iyi oyuncusu seçilen Romário de Souza Faria, hem ’90’lara hem de futbol tarihine damgasını vurmuş bir isimdir.

Peki ben neden on küsur yıl önce dünya kupasını kazanmış ve Avrupa’da fırtına gibi esmiş bir futbolcu hakkında bunca zaman sonra bir yazı yazıyorum? Cevap basit: Romário günümüzde de Brezilya futboluna damgasını vurmaya devam ediyor.

Rio’nun favelalarından birinde dünyaya gelmiş, futbola Vasco Da Gama’da başlamış, PSV, Barcelona, Valencia, Flamengo, Fluminense formalarını giymiş ve son olarak yine Vasco Da Gama’ya dönmüş olan Romário’nun futbolundan söz etmeden önce sahada yaptıklarının yanında nispeten daha az duyulmuş olan ününden bahsetmek istiyorum.

Brezilya’da çeşitli zamanlarda, birçok insana, “Romário nasıl bir oyuncudur?” diye sorduğumda tek bir kişi bile lafa, “Harika bir forvettir, ’94’te dünyayı sallamıştır, Barcelona’da golleri dizmiştir,” diyerek başlamadı. Hep bir ağızdan sarf edilen, “Piçtir, pis herifin tekidir,” gibi sıfatları atlatıp, “İnanılmazdır, şiir gibi goller atar,” kısmına gelmek epey zaman aldı. Brezilyalıların gözünde futbolundan ziyade kötü karakteriyle canlanan Romário’nun akıllarda bu şekilde kalmasının birçok sebebi var.

Disiplinsizliği yüzünden oynadığı her takımda teknik direktörlerle (Cruyfftan Parreiraya, Luís Aragonésten Zagalloya) yumruk yumruğa gelen, Rio’da oynadığı dönemlerde takımların antrenmanlarına gitmek yerine keyif yapan veya plaja inip fut-vôlei (Rio ile özdeşleşmiş, bir çeşit plaj futbolu) oynayan, kazandığı büyük paralara rağmen ailesine yardım etmediği için babasının kendi kendini kaçırtıp fidye istemesine sebep olan, adam döven (üstteki fotoğrafta da sivil giyimli haliyle bir Fluminense taraftarını pataklarken görülebilir. Vur abi, hak etmiştir o!), kadın döven, geceleri kulüplerden çıkmayan, sağa sola sataşmaya meraklı, her ortamda bela çıkarmaya müsait bir kişilik olan Romário, tüm bu olumsuz özelliklerine rağmen eşine az rastlanır futbol yeteneği sayesinde oynadığı hemen her takımda bir şekilde başarılı olmayı becermiştir.

Oynadığı 1000 küsur maçta 900 küsur gol atan ve vücut yapısından dolayı Brezilya’da Baixinho (Kısacık) lakabıyla anılan delişmen forvet Romário birkaç hafta sonra 40 yaşına basacak. Futbolda, hele de forvet oyuncularında nadir rastlanan yaşına ve grileşmeye başlayan saçlarına rağmen oynamaya, oynarken de gollerini sıralamaya devam ediyor.

Brasileirão 05’i 22 golle gol kralı olarak kapamış olması da bunun açık bir göstergesi. Sonraki sezon için iddialı olduğunu ve 1000 gole ulaşmadan futbolu bırakmayı düşünmediğini de defalarca açıkladı.

Vasco Da Gama’nın ligdeki maçların yarısında oynayarak (deplasman maçları Rio’dan uzaktaysa Romário efendi değerlisini kaldırmaz, Vasco deplasmana giderken o da plajın yolunu tutar), antrenmanlara uğramadan ve üstte bahsettiğim nahoş alışkanlıklarını dibine kadar gerçekleştirerek kazandığı başarıya bakılırsa futbolu bırakmasına da gerek yok gibi görünüyor.

Romário’nun futbolunun beni en çok etkileyen yanıysa kariyeri boyunca sahada pek koşmadan, topu ayağına her aldığında müthiş hareketler yapmadan veya olağanüstü bir fiziğe sahip olmadan, top kontrolü ve hız gibi yeteneklerinden ziyade gol atma konusundaki hislerini, yeteneğini ve fırsatçılığını kullanmasıdır. Romário futbol tarihindeki en büyük golcülerden biridir ve attığı goller insanın aklından zor çıkar. ’94 Dünya Kupasında, 3-2 sonuçlanan ünlü Brezilya-Hollanda maçında sol kanattan gelen topa havada asılı kalarak, ayağının ucuyla dokunup attığı gol insanın gözlerini doldurur.

2005’te Brezilya’nın 3-0 üstünlüğüyle sonuçlanan Guatemala maçıyla Seleção’ya veda eden Romário (ki kendisi de bu maçta bir gol atmıştı) futbol tarihinin en skorer ikinci oyuncusu. Aynı listede 1281 golle birinci sırada bulunan Pelé’nin elinden alıp almayacağını zaman gösterecek.

Brasileirão 05’ten akılda kalanları değerlendirdiğim yazılar böylece sonlanıyor. Madem serinin son yazısı Romário’ya denk geldi, bu yazıyı da Baixinho’nun, kendisine futbolu doğru zamanda bırakmak hakkında öğüt veren Pelé’ye verdiği karşılıkla kapatalım:

“Pelénin şairliği ancak ağzını kapalı tuttuğunda anlaşılır. Ben ona karışmıyorum, onun bana neden karıştığını da anlamıyorum. Pelé’ye bir oyuncu olarak saygım var, ama kişisel anlamda Pelé’nin ağzını açtığında fena halde sıçtığını düşünüyorum.” (Romário, Ocak 2005, Copacabana plajı)

2006/01/11

São Paulo’nun Süslüsü

2005’in São Paulo şehri açısından şanslı bir yıl olduğu söylenebilir. Şehrin en popüler üç takımından Corinthians’ın Brasileirão 05’i, São Paulo’nun Campeonato Paulista’yı, Libertadores’i ve FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonasını kazanması, Palmeiras’ın ise müthiş futboluyla Libertadores’e gitme hakkını elde etmesi şehrin en büyük üç kulübünün taraftarlarının kendi takımları adına sevinmelerini sağladı.

Diğer iki kulübun 2005 sezonunda yaptıklarını önceki yazılarda aşağı yukarı anlattığımdan biraz da Tricolor Paulista lakaplı (siyah, beyaz, kırmızı renginden dolayı) São Paulo F.C. takımından bahsetmek istiyorum (Tutan mı var, bahsedeyim anasını satayım).

Brezilya’nın kupa zengini takımlarından São Paulo’nun Emerson Leão yönetiminde Campeonato Paulista’yı kazanarak 2005’e havalı bir başlangıç yapmasının ardından ulusal ligi de en azından ilk beşte tamamlaması bekleniyordu (en azından ben bekliyordum). ’90’ların ilk yarısındaki Telê Santana döneminden sonra elle tutulur pek bir başarı elde edemeyen Tricolor, 2005 Nisan’ında Emerson Leão’nun ayrılışıyla bir darbe aldı.

Leão’nun yerine gelen Paulo Autuori’nin önderliğinde Libertadores finalinde diğer bir Brezilyalı takım olan Atlético Paranaense’yi alt ettikten sonra (1-1 ve 4-0) oyuncular da taraftarlar da müthiş bir rehavet dönemine girdiler ve kulübün ligde aldığı başarısız sonuçları pek umursayan olmadı. Aynı maçın gecesinde şehrin ünlü caddelerinden Avenida Paulista’da yapılan kutlamalar bir süre sonra yerini şiddetli bir histeriye bıraktı ve taraftarlar caddedeki birçok banka, mağaza ve arabanın camlarını kırıp polisle çatıştılar.

Tricolor Paulista ulusal ligi 11. sırada tamamlasa da Aralık ayında FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonasında Liverpool karşısında alınan 1-0’lık galibiyetle taraftarını mutlu etti (São Paulo’ya dönünce yapılan kutlamalarla şiddetten uzak olsa da yarattığı trafik ve gürültüyle şehrin sakin sakinlerini hacamat etti).

Maçlarını 80,000 seyirci kapasiteli Morumbi’de oynayan ekip geçtiğimiz sezon kazandığı kupalara rağmen oynadığı futbolla kendi taraftarları hariç pek kimseyi tatmin etmemişti. 2005 Kadrosundan akılda kalan isimler arasında kaledeki hatalarını attığı goller ve renkli kişiliğiyle örtbas etmesini bilen Rogério Ceni, defanstaki performansıyla büyük alkış alan Uruguaylı Lugano, Libertadores ve Seleção’daki performansıyla parlayıp Real Madrid sirkine katılan sağ bek Cicinho, Udinese’de oynadığı dönemden de hatırlanabilecek forvet Amoroso, delişmen forvet Grafite ve kısa bir süre önce Betis’e kiralanan Diego Tardelli mevcut.

Geçtiğimiz hafta, 2005’te Porto Alegre ekibi Internacional’i ulusal ligde ikinci (ve gönüllerde şampiyon) yapan Muricy Ramalho takımın başına geçti. Geçen yılki kadrosundan Luizão, Cicinho, Diego Tardelli gibi önemli isimleri kaybeden ve takımı Rodrigo Fabri, Aloísio gibi isimlerle güçlendirmeye çalışan São Paulo’nun kadrosu Brasileirão 06 için pek umut vaat etmiyor gibi görünse de Tricolor taraftarlarının Internacional gibi pek de ahım şahım bir kadroya sahip olmayan bir ekibi kanatlandırmayı beceren Muricy Ramalho’ya güvenleri tam.

Grafite’nin geçtiğimiz Nisan ayı civarlarında Libertadores’te Quilmes ile Arjantin’de oynanan maçta “Grafite macaco” (Maymun Grafite) / “Grafite branca de neve” (Karbeyaz Grafite) şeklinde iğrenç pankartlarla karşılandığını ve oyuncunun aynı takımla Morumbi’de oynanan maç sırasında Quilmes’in defans oyuncusu Leandro Desábato’nun ırkçı küfürlerine maruz kaldığını, hatta Pacaembu’da (Corinthians’ın sahası) oynanan, Grafite’nin bir de gol attığı Brezilya–Guatemala maçında sahaya üzerine “Grafite macaco” sözcükleri kazınmış bir muz atıldığını not düşelim.

Son bir magazin bilgisi olarak takımın kaptanı Rogério Ceni’nin 648 maç (ve 58 golle) São Paulo F.C. tarihinde kulüp formasını en çok giymiş olan oyuncu olduğunu, geçtiğimiz Temmuz ayında oynanan ve Waldir Perez’e ait 617 maçlık rekoru kırdığı Atlético Mineiro maçına sırtında “618” yazan bir formayla, Liverpool maçınaysa önünde koca harflerle RC yazan ünlü formasıyla çıktığını, ego manyağı bir kişilik olduğunu da ekleyelim.

2006/01/10

Kibrit Çocuk Robinho

Robinho’nun Real Madrid’e transferinin ardından tüm dünyada çok şey yazıldı ve bu gidişle yazılmaya devam da edecek. Bense Robinho’nun İspanya macerasına değinmeden önce Brezilya’daki geçmişinden bahsetmek istiyorum.

Santos yakınındaki ufak bir şehir olan São Vicente’de dünyaya gelen Robson de Souza’nın futbol yaşantısı birçok Brezilyalı çocuk gibi bir escolinhada başlamıştı. Okulcuk anlamına gelen escolinha sözcüğü, Brezilya’da kulüplerin çocuk ve genç takımlarını belirtir. Çocukların neredeyse bebek yaşta (ben diyeyim 3, siz diyin 5) girdikleri ve kulüplerin daha üst seviyedeki takımlarına geçmeden önce çeşitli turnuvalarda mücadele ederek gelişme şansı buldukları bir çeşit futbol okulu olan escolinhaların Brezilya'ya özgü kısmıysa, özellikle favelalarda yaygın olan örneklerinin çocukların futbol dünyasına ilk adım attıkları sportif kuruluşlar olmaları ve tıpkı samba okulları gibi gençlerin uyuşturucu ve şiddetten nispeten uzak kalmalarını sağlayan sosyal bir oluşum görevi görmeleridir. Hizmetlerinin karşılığında aylık düşük bir ücret talep eden escolinhalar, aileleri ücreti karşılayamayacak durumda olan yetenekli çocukları genelde ücretsiz olarak kabul ederler.

Robinho da 6 yaşındayken başladığı escolinha tecrübesinin meyvesini 12 yaşındayken Santos’un futsal takımına girerek aldı. Zico, Ronaldinho gibi isimlerin de yeşil sahalara geçmeden önce oynadıkları futsal sayesinde top tekniğini ve çevik, kıvrak fiziğini daha da geliştirme şansı buldu (futsal hakkında daha fazla bilgi için: http://futsalturk.blogspot.com/ incelenebilir).

Nasıl Arjantin futbolunda parlayan her yıldıza “Yeni Maradona” etiketi yapıştırılıyorsa Brezilya futbolunun yıldız adaylarına da aynı şekilde “Yeni Pelé” damgası yapıştırılması adettendir. Robinho’daysa bu adet biraz daha olumlu bir biçimde kendini gösterdi. Robinho 15 yaşındayken çıktığı bir antrenmanda kulübü ziyaret eden Pelé tarafından fark edildi. Robinho’nun oyun stilinden çok etkilenen ve “Onda kendimi görüyorum,” diyen Pelé, ailesiyle tek göz bir evde yaşayan Robinho’nun Santos tesislerindeki yurda taşınmasını sağladı. Fakir bir aileden gelen Robinho’nun hayatında düzenli olarak üç öğün yemek yemeye başlaması ancak bu dönemden sonra gerçekleşti.

Dahi çocuk 18 yaşında (yani 2002 yılında) Emerson Leão yönetimindeki Santos’ta ilk maçına çıktı. Sonradan Porto’ya transfer olacak genç yetenek Diego ile harika bir ikili oluşturan Robinho, Santos’un aynı sene, Pelé’den beri ilk kez şampiyon olmasında büyük pay sahibiydi. 2003’te şampiyonluğu Cruzeiro’ya kaptırsalar da Libertadores’te finale kadar yükseldiler (finaldeyse Boca’ya yenildiler). Takımın 7 numarası Robinho 2004’te yine coştu ve Vanderlei Luxemburgo yönetimindeki Santos’un sekizinci lig şampiyonluğuna ulaşmasını sağladı.

2004 sonunda annesinin fidye için kaçırılması ve ancak iki ay sonra serbest bırakılması, Robinho’nun futbol yaşantısına Brezilya’da devam etmesinde şüpheye düşmesine sebep oldu. Santos kendisini takımda tutmak için her şeyi denese de Robinho’nun ismi bu dönemden itibaren Barcelona, Chelsea, Real Madrid, PSV gibi birçok Avrupa kulübüyle birlikte anılmaya başlandı. Real Madrid 30 milyon dolar karşılığında Robinho’yu almak istediğinde Santos bu teklifi reddetti ve Robinho’ya kalması için baskı yaptı. Bunun sonucunda Robinho antrenman ve maçlara çıkmayı reddetti ve çok geçmeden isteğine ulaşarak Real Madrid’in 10 numaralı formasını sırtına geçirdi.

Ama ne yazık ki Galactico’nun en tatsız dönemlerinden birine denk geldi. İşin komik tarafı Robinho Madrid’e giderken Luxemburgo’nun da Real Madrid’deki görevinden alınarak Santos’a dönmesiydi. Yaptığı ticari ve gülünç transferlerle futbolcu sirkine dönen Galactico üst üste başarısız sonuçlar almaya devam ederken Avrupa basını Robinho’yu abartılmış, fiziksel açıdan yetersiz, hatta kabiliyetsiz bir oyuncu olarak eleştirdi (halen de eleştiriyor).

Robinho’yu Brezilya’daki dönemini görmezden gelerek yargılamak kolay, ancak önümüzde Santos’ta oynadığı dönemde 190 maçta 81 gol atmış, kulübün iki şampiyonluk kazanmasında büyük pay sahibi olmuş, Brezilya’da 2002’de gümüş, 2004’teyse altın top ödüllerini almış, Konfederasyonlar Kupasını kazanan Seleção’da yer almış parlak bir yetenek var. İspanya liginin ağır temposunu kaldıramıyor diyenlere Robinho’nun Santos’tayken bir sezonda 70-80 maça ulaşan yükü nasıl bir performans göstererek kaldırdığını izlemelerini (Real Madrid’de bu sayı 50-60 maça düşer), çelimsiz olduğunu söyleyenlereyse Brezilya futbolunu yeniden incelemelerini öneriyorum.

2004 şampiyonu Santos’un Robinho gittikten sonra neredeyse ligden düşecek konuma gelmesi ve küme düşen takımlar arasında en yüksek puana sahip olan Coritiba’dan yalnızca 10 puan fazla alarak Brasileirão 05'i 10. sırada tamamlayabilmesi de Robinho’nun önemini ortaya koyuyor.

Hız, çeviklik, teknik ve hepsinden önemlisi, eşine az rastlanır futbol zekasıyla Brezilya’da oynadığı iki küsur yıl boyunca adından sürekli söz ettiren, Garrincha’yı andıran inanılmaz top sürüşü ve çalımlarıyla (özellikle pedalada konusunda uzmandır) futbol aşıklarını zevkten dört köşe eden Robinho’nun Brezilya dışında neler yapacağını zaman gösterecek. Neşeli karakteriyle hem Santos hem Seleção’da oynarken takım arkadaşlarının sevgisini kazanmış olan bu dahi çocuk yeter ki doğru takımda, doğru teknik direktörle çalışsın.

2006/01/09

Emerson Leão Büyüsü

Palmeiras taraftarları, 2005 sezonuna oldukça kötü bir başlangıç yapan takımlarının küme düşmesinden endişe ederlerken teknik direktör Paulo Bonamigo yerini ak saçlı Emerson Leão’ya bırakmıştı. Leão göreve geldikten sonra Palestra Itália’nın –yani Palmeiras’ın- şerefini kurtarmakla kalmayıp, oynattığı müthiş futbolla da takımını Libertadores’e taşıdı.

Emerson Leão, Palmeiras ve Brezilya futbolu için efsane bir isim. 70’li yıllarda hem kulübünde hem de milli takımda parlayan, 1970 Dünya Kupasında oynamasa da yedek olarak kupayı kucaklayan, ’74 ve ’78 Dünya Kupalarında Brezilya kalesini koruyan Leão aynı zamanda da anlı şanlı 617 maçla Palmeiras formasıyla en fazla maç oynayan 2. oyuncu olarak tarihe geçmiş durumda. Zamanında, kaleciliğinin yanısıra uzun boyu, yakışıklı yüzü ve güçlü bacaklarıyla nice Brezilyalı kızın hayallerini süslemiş olduğunu da ekleyelim.

Teknik direktörlük kariyeri boyunca Brezilya ve Japonya’da Santos, São Paulo,Verdy Kawasaki gibi çeşitli takımlarda başarılar elde etmiş olan Leão, Brezilya milli takımının başında da kısa –ve pek başarılı sayılamayacak- bir dönem geçirmişti. 2005 başında São Paulo’ya Paulista (SP eyalet ligi) şampiyonluğunu kazandırdıktan sonra federasyonla kimi tatsızlıklar yaşayarak Japonya'ya gitmiş ve Temmuz ayına kadar da pek sesi çıkmamıştı. Ta ki Palmeiras’ın imdat çığlıkları duyulana kadar... (dındın dındın!)

Brasileirão 05’in ilk 12 haftasında yalnızca 13 puan toplamayı başararak ligin 16. sırasında bulunan Palmeiras, evi Parque Antarctica’da sezonun dişli ekibi Fortaleza’ya ikinci yarının 40. dakikasında yenen komik bir golle 2-1 boyun eğince Paulo Bonamigo görevinden alınmış ve hemen ertesi gün Emerson Leão takımın başına geçmişti.

Disiplinli yönetim tarzıyla tanınan Leão daha ilk antrenmanda Palmeiras saflarında itibarı tavanlarda gezinen kaleci Marcos’u formsuz görerek sonraki maçın kadrosuna dahil etmemiş ve lig boyunca önceden pek şans bulamayan Marcinho Guerreiro ve Washington gibi oyunculara takımda yer vermişti. Tabii Leão’nun göreve gelmesinden kısa bir süre önce takıma dahil olan Paraguaylı tecrübeli stoper Gamarra’nın savunmayı toparlamakta gösterdiği başarıyı da unutmamak gerek.

Leão yönetimindeki ilk maçlarında Figueirense’yi 4-1 yenen Palmeiras’ta bir şeylerin değişmeye başladığı belliydi (Figueirense teknik direktörü Marco Aurélio’nun da bu maçın ardından görevinden ayrıldığını not düşelim). Leão’nun büyüsü ve Juninho Paulista’nın akıllara durgunluk veren oyunu birleşince Palmeiras sonraki maçlarda da performansını düşürmeyip üst üste galibiyetler alarak ligde yavaş yavaş yükselmeye başladı.

Ligin son haftasına gelindiğindeyse Palestra Itália 67 puanla 5. sırada bulunuyordu. 4. sıradaysa 68 puanla Rio de Janeiro ekibi Fluminense vardı. Maçı kazanacak olan takım Güney Amerika’nın Şampiyonlar Ligi sayılabilecek Libertadores’e katılmaya hak kazanacaktı. Flu karşısında iki kez yenik duruma düşen Palmeiras (0-1 ve 1-2 şeklinde) Washington ve Juninho Paulista’nın golleriyle 2-2’yi yakaladıktan sonra Marcos başta olmak üzere tüm takımın üstün performansı ve Corrêa’nın bitime 10 dakika kala attığı galibiyet golüyle sahadan 3-2 galip ayrıldı.

Böylece hem Palmeiras 2006’da Libertadores’e katılmaya hak kazandı hem de Emerson Leão enkaz halinde devraldığı takımı ligin üst sıralarına taşıyarak Palestra Itália’daki itibarını cilalamış oldu.

Palmeiras yeni sezona oldukça iştahlı giriyor. Taraftar için unutulmaz bir isim olan Edmundo –namı diğer “Animal”- ilerlemiş yaşına rağmen takıma döndü. Beklentiler ve umutlar büyük. Emerson Leão büyüsünün 2006 sezonunda da tutup tutmayacağını yakında göreceğiz.

2006/01/08

Bozdun Ortamı Edílson Abi

Brasileirão 05’e damgasını vuranların arasında bir de hakem skandalı olduğundan bahsetmiştim. Eylül sonunda ortaya çıkan skandalın baş kahramanı Edílson Pereira de Carvalho adlı FIFA kokartlı bir hakemdi. Edílson abi, internetteki iki bahis sitesiyle anlaşarak maç başına R$10,000 ila R$15,000 (~5,000 ila 7,500YTL) karşılığında birçok lig maçına ayar çekmişti. Bu ayarın sebebiyse Edílson abimizin R$30,000 (~15,000YTL) tutarındaki borçlarıydı. Nitekim kendisi gerekli merciler tarafından yargılandıktan sonra kameralara yaptığı açıklamada, “Borcum çok, param yok,” demiş, “maaşım yetmiyor,” diye de eklemişti (ve bıngıldaklarımızı şiddetli bir deja vu ile sarsmıştı). Tabii Edílson Pereira’nın kulüplerle resmi ilişkileri olmayan kimi ağabeylerle yaptığı telefon görüşmelerinin basına yansıması, olayın tek bir kişinin maddi ihtiyaçlarından ziyade futbolun derinliklerinde dönen dolaplarla alakalı olduğunu belli ediyordu.

Edílson Pereira hakemlik yaptığı her maça ayar çekmemiş olduğunu iddia etse de yönetmiş olduğu tam 11 lig maçının iptaline ve –Brezilya futbol tarihinde ilk kez- maçların tekrarlanmasına karar verildi. Ayrıca Edílson Pereira hayat boyunca futboldan men edildi ve bahisçilerden kırdığı paraların yanında epey komik kalan bir para cezasına çarptırıldı. Bahis siteleriyle ilişkisi ortaya çıkan Paulo José Danelon adlı bir diğer hakemin ikinci ligde yönettiği 4 maç ise iptal edilmedi, ama o da Edílson Pereira ile aynı kaderi paylaşarak futboldan men edildi. Edílson Pereira de Carvalho ve Paulo José Danelon’un ulusal ligler dışında São Paulo eyalet şampiyonasında yönetmiş oldukları 22 karşılaşmaysa –2 karşılaşmanın şikeli olduğuna şüphe olmamasına rağmen- iptal edilmedi.

Ligin bitiminde şampiyonluğa ulaşan takım Corinthians oldu. Hesaba göre maçlar tekrarlanmış olsa da olmasa da Corinthians ligi yine birinci sırada bitirecekti. Ancak kulüplerin zaten ağır olan lig takviminde çifte dikiş oynadıkları maçlar ve bu maçların oyuncular üzerinde yarattığı hem fiziksel hem de psikolojik yükü göz ardı edip, “Maçlar tekrarlanmasa da şampiyon aynı olacaktı,” diye düşünmek, futbolu puan cetvellerine indirgemekten farksız olacaktır. Dolayısıyla yemedik (yemedim).

Brezilya’da çoğunluğun hayatında adeta nefes almak kadar doğal bir ihtiyaç olan futboldan böylesine pis kokular yükselince Brasileirão 05’te şampiyonluğa ulaşan Corinthians’ın başarısına da kulübun kendi taraftarlarından başka pek sevinen olmadı. Bir nevi kendin pişir kendin ye sezonu yaşadılar. Zaten farklı kulüpleri destekleyen taraftarlara sorulduğunda da (üşenmedim, sordum) herkes şampiyonluğu asıl hak eden ekibin ligi ikinci sırada bitiren Internacional olduğu fikrinde birleşti.

Darısı gelecek sezonun başına diyelim.

2006/01/07

Çirkin Ördek Carlitos

Brezilya futbolu denince akla havalı çalımlar, insanın hayalgücünü zorlayan goller, top cambazlıkları, bireysel oynamaktan hoşlanan futbolcular ve ateşli seyirciler, kimi zaman da ananaslar, mangolar gelir. Brezilya birinci ulusal ligi Brasileirão’nun 2005 Aralık ayında sonlanan 2004-2005 sezonuna –yani Brasileirão 05’e- damgasını vuranlarsa üstte sayılan unsurların (yalan söylemeyeyim, meyveler hariç) yanısıra ligi birbirine katan bir hakem skandalı, Carlos Tevez, Emerson Leão'nun Palmeiras'ı şahlandırması, Robinho’nun transferi, aynen devam eden Romario efsanesi ve kupa zengini São Paulo oldu.

Her çocuğun futbolcu olma hayalleriyle büyüdüğü Brezilya sahalarında yıldız mertebesine yükselmek kolay değildir. Brezilyalı değilseniz, hele bir de Brezilya’nın ulusal ve kulüpler bazında en büyük düşmanı sayılan Arjantin’den geliyorsanız bu zorluk kat kat artar. Carlos Alberto Tevez –veya daha popüler ismiyle Carlitos- Brezilya’ya ilk geldiğinde de durum pek farklı değildi.

Agresif oyun tarzı, sürati, gol atma ve attırmadaki başarısı ve fiziksel dayanıklılığıyla modern futbolun gereklerini bir hücum oyuncusu olarak fazlasıyla yerine getiren 1984 doğumlu Carlitos futbola All Boys altyapısında başlamış, 13 yaşında “Maradona’nın takımı” Boca Juniors’a transfer olmuş ve 2001 yılında, 17 yaşındayken ilk profesyonel maçına çıkmıştı. Boca’da oynadığı dönemde yüzüne kaynar su dökülmesi sonucunda çirkin ördeğe dönüşen (ve kulübü ameliyat masraflarını karşılamayı teklif etmiş olmasına rağmen sahalardan uzak kalmamak için estetik ameliyat olmayı reddeden) Carlitos’un Brezilya’ya gelişi bir hayli olaylı olmuştu.

Memleketi Arjantin’de Juan Roman Riquelme’nin yedeği olarak başlayıp takımın vazgeçilmezlerinden birine dönüştüğü Boca Juniors kariyerinin son iki yılında (2003 ve 2004) Güney Amerika’nın futbol otoriteleri tarafından defalarca “yılın oyuncusu” / “en gelecek vaat eden oyuncu” / “hastasıyız, ölüyoruz oyuncu” benzeri unvanlarla taçlandıran Tevez 2004’te Atina Olimpiyatlarında 6 maçta tam 8 gol atarak Arjantin’e altın madalyayı kazandırmakla kalmamış, Bayern Münih ve Barcelona gibi Avrupa’nın önde gelen kulüplerini de baştan çıkarmıştı. Ancak Brezilya’nın en zengin ve popüler kulübü Corinthians elini çabuk tutup Boca Juniors’a 20, Carlitos’a ise 10 milyon dolar vererek tartışmaları sonlandıracak ve bu transfer, Güney Amerika futbol tarihinin en pahalı transferi olarak tarihe geçecekti (Corinthians’ın zenginliğini de başka bir yazıda inceleyeceğiz).

Carlitos Brezilya’ya geldiğinde Corinthians taraftarları bu yamuk dişli oğlanı şüpheyle karşılarken rakip kulüplerin taraftarlarıysa Arjantin vatandaşı bir oyuncuyu takıma katan Corinthians adına utanç duyduklarını söylüyorlardı. Ancak lig başlayıp Tevez “oynamaya” başlayınca polemikler yok oldu; takımın 10 numarası Carlitos ağları 20 kez havalandırarak Brasileirão’daki ilk sezonunu ligin en golcü 3. oyuncusu olarak tamamladı ve yalnızca Corinthians’ın yıldızı olmakla kalmayıp Brasileirão 05’in de en iyi oyuncusu seçildi. Sürülmüş tarlayı andıran saç stiliyle nice Brezilyalı gencin imajını yeniden gözden geçirmesini sağlayan Carlitos, Piola Vago adlı hiphop grubuyla bir de albüm çıkardı.

2005’teki Konfederasyonlar Kupasında Arjantin takımında bekleneni veremeyen Carlitos’un 2006 Dünya Kupasında neler yapacağını hep birlikte göreceğiz. Her şeye rağmen Brezilya kulüplerinin Brezilyalı yıldızları bile ellerinde tutmakta zorlandıkları ve Corinthians’ın Abramovich (dolayısıyla da Chelsea) ile derin ilişkileri düşünüldüğünde Carlitos’un önümüzdeki senelerde Avrupa liglerini şenlendirmesi kaçınılmaz görünüyor.

Yazımızı São Paulo dolaylarından bir halk şarkısıyla bitirelim:

Ronaldinho çok çirkin oy aman,
Carlitos ise hem çok çirkin
hem de çok korkunç aman aman.