2006/08/28

Kazananlar, Gelenler ve Gidenler

38 maçlık Brasileirão’nun (“Brasileirão maratonu” filan diyecektim neredeyse, içime zebani mi girdi ne...) ilk yarısı São Paulo’nun üstünlüğüyle tamamlandı. Tricolor bu başarısıyla günlük spor gazetesi Lance!’nin puanlı ulusal lig sisteminde ilk yarıyı birinci bitirenlere verdiği Osmar Santos Kupasını kazandı. Osmar Santos Kupası sembolik görünebilir, ama puanlı sisteme de 2003’te geçen Brezilya ulusal liginde ilk yarıyı birinci bitiren takımlar ligin sonunda hep şampiyonluğa ulaştılar (2003’te Cruzeiro, 2004’te Santos ve 2005’te yalan dolanla Corinthians). İstatistik denen şey insanı biraz şaşı etse de ben belirtmiş oldum, eksik kalmaz (hah). São Paulo gün itibariyle bir maç eksiğiyle 38 puanla birinci sıradayken ikinci sıradaki Santos’un 35 puanı var. Yani bir yanda Muricy Ramalho’nun dehasıyla göz alan São Paulo, diğer yandaysa Vanderlei Luxemburgo’nun ince taktikleri sayesinde gayet kısıtlı ve yıldızsız kadrosuna rağmen tatsız futboluyla herkesi zorlayan Santos...

São Paulo başarılarıyla taraftarlarını, oyun tarzıyla da güzel futbolu seven herkesi sevindirirken Palmeiras 2006 Dünya Kupası sırasında lige verilen ara sonrasında gümbür gümbür döndü. Önceden ligin dibine vurmuş olan Verdão, kupa sonrasında harika bir seri yakaladı ve hiçbir maçı kaybetmeyerek 11. sıraya kadar yükseldi. Yani yeşil-beyazlıların tarafında keyifler yerinde, hatta abartan dostlar şampiyonluğa bile göz dikmiş durumdalar (yapma güzel kardeşim, etme). Ayrıca takımın birinci ve ikinci kalecileri Marcos ve Sergio’nun sakatlığında kaleyi devralan genç Diego Cavalieri harika maçlar çıkarıyor, böyle devam ederse gelecekte Brezilya’nın en iyilerinden olacak.

Şehrin diğer bir yanındaysa Corinthians gittikçe daha derinlere batmakta. Leão’nun teknik direktörlüğe gelmesinin ardından sırasıyla iki galibiyet, bir beraberlik ve bir yenilgi alan Timão ne kadro ne de futbol açısında gelişmiş durumda. Haliyle ligin de 18. sırasından öteye gidemiyor. Durumlar epey karışık, ama biraz açıklamaya çalışayım.

Corinthians’ın en büyük silahı Carlos Tevez ise Leão’nun gelmesinden sadece iki maç sonra Buenos Aires’e döndü ve takıma bir daha dönmeyeceğini açıkladı. Leão, sert tarzıyla bilinen bir teknik direktör. Asker disipliniyle çalışması kısa vadede kulüpleri açmazlardan kurtarsa da bir süre sonra kabak tadı verdiği için kullanma tarihi çabuk dolan bir adam bu Leão (böyle bir vatandaş).

Corinthians vakasındaysa Leão’nun höt! ve de zöt! tavırları ilk iki maçta işe yarıyor gibi görünüyordu (Carlitos’un bu maçların ilkinde bir gol -maçı 2-1 kazandılar- ikincisinde bir asistle -maçı 1-0 kazandılar- oynadığını söylemek lazım, Carlitos’un oynamadığı maçlardaysa 0-0 ve 0-2 şeklinde hacamat oldular). Fakat Leão’nun Tevez’i usandıran, Arjantinlilere ne kadar gıcık olduğuyla ilgili demeçleri ve küçümseyici hareketleri (Tevez’in kaptanlık pazubandını alıp çocukcağızın buradaki en yakın dostlarından Betão’ya vermesinin üstüne bir de, “Kimse Tevez’in söylediklerini anlamıyor, bana da bir şeyler dedi ama anlamadım,” diye taşak geçmesi), Arjantinli forvetin takımı terk etmesine sebep oldu. Dönecek gibi de görünmüyor. Ayrıca geçenlerde bahsetmiştim, arabası tekmelenmiş, ailesi tehdit edilmişti vs. Yani ailesel güvenlik sebepleri de yok değil.

Avrupa’da AC Milan, Chelsea, Sevilla, Bayern Münih gibi takımların talip olduğu Carlitos’un gidebileceği takımlardan biri de Fransa’nın orta karar ekiplerinden Rennes. Chelsea ile yakın ilişkiler içinde olan Rennes, yükselişteki İngiliz ekibinin Carlitos’u alıp bir yıl kendilerine kiralamasını (pişsin hesabı), sonrasında da ister atmasını, isterse de satmasını teklif etti. Ben derim ki bu Carlitos’u nereye koysan oynar, defansı biçer geçer. Alan memnun olacaktır, yeter ki oğlanı daraltmasın, baymasın (biraz sorunlu da).

2006 Libertadores şampiyonu Internacional, kupayı kazandığından beri hiçbir maçı kazanamadı. Finalin ardından iskelet kadrosunun dört oyuncusunu Avrupa’ya göndermiş olmasının bu düşüşteki payı tartışılmaz. Hatırlarsak defansif ortasaha Tinga’yı Borussia Dortmund’a, stoper Bolívar’ı Monaco’ya, Jorge Wagner’i Betis’e, Rafael Sóbis’i ise Racing Santander’e yollamışlardı. Aslında son iki oyuncunun transferleri kesinleşmiş değil. Ama Sóbis İspanya’da da buradaki gibi oynarsa minik Santander’de fazla kalmaz, kanatlanıp yükseklere uçar. Libertadores macerasının o Paulo cephesinden hatırlanacak ismi Ricardo Oliveira ise (hastasıyız ailece) gıcık İtalyan defans oyuncularının başını döndürmek üzere AC Milan’a gitti. Cruzeiro iki önemli forveti Alecsandro ve Gil’i sırasıyla Betis ve Gimnástic De Tarragona’ya, Flamengo da defansif ortasaha oyuncusu Jônatas’ı Espanyol’a sattı.

Transferden söz açmışken Türkiye’ye, özellikle de Fenerbahçe’ye giden Brezilyalı oyunculara ve Zico’ya da değinmek istiyorum, ama yerim kalmadı (yalana bak), gelecek yazıya artık.

2006/08/25

Kaleden Kaleye

Düşünün: Takımınız maça kötü başlamış bir gol yemiş, ikinciyi yememek için mücadele verirken rakibe bir de penaltı kazandırmış. Karşı takımın atmaca bakışlı forveti topun başına geçiyor. Geriliyor... ve topu kalenin sol alt köşesine gönderiyor. Fakat kaleciniz de gözlerini toptan ayırmadan aynı köşeye uçuyor ve topu kucaklıyor. Takımınız hâlâ yenik durumda. Derken takımınız bir penaltı kazanıyor. Kötü başlayan maçta beraberliği yakalama umudu doğuyor. Az önce fizik kurallarını hiçe sayarak bir penaltı kullanan kaleciniz sahayı boydan boya geçerek topun başına geçiyor. Geriliyor ve topu dışarı doğru falso vererek rakip kalecinin sağına yolluyor. Beraberlik sağlandı. Takımınız iyice ateşleniyor ve rakibe nefes aldırmıyor. Birkaç dakika sonra takımınız ceza sahası yakınlarında bir serbest vuruş kazanıyor. Kaleciniz yine sahayı boydan boya aşıyor ve topun başına geliyor. Fazla gerilmeden topu barajın üstünden aşırıyor ve rakip kaleciyi adeta yok sayarak tam doksana asıyor. Maç sizin...

Üstte yazdıklarım Japon futbol çizgifilmlerini andırıyor olabilir, ancak São Paulo taraftarları buna benzer maçlara epey alışıklar. Tabii alışık olmaları kalecilerinin her golünde coşmalarına engel değil. Ne de olsa Tricolor henüz Rogério Ceni’nin gol attığı hiçbir maçta yenilgi yüzü görmedi.

Dünyanın en şahane kalecisi Rogério Ceni São Paulo’yu başarıdan başarıya koşturmakla yetinmeyerek geçtiğimiz pazar günü dünyanın en golcü kalecisi unvanını da ele geçirdi. Ceni, önceden FIFA tarafından tanınan karşılaşmalarda atılan 62 golle Paraguaylı dombili kaleci José Luis Félix Chilavert’e ait olan rekoru 26 Temmuz 2006’da, Libertadores yarı finalinde Chivas’a Meksika’da attığı penaltı golüyle egale etmişti (bu gol aynı zamanda kaleciyi 10 golle Libertadores’te en çok gol atan Tricolor futbolcuları arasına yerleştiriyordu). Rekorsa 21 Ağustos 2006’da, Brasileirão’nun 16. hafta maçında deplasmanda Cruzeiro karşısında geldi. Hem de tam iki golle!

2-2 sona eren heyecan dolu Cruzeiro - São Paulo maçının kahramanı, bir penaltı kurtardıktan sonra bir frikik bir de penaltı golü atarak Tricolor’a deplasmanda önemli bir beraberlik kazandıran Rogério Ceni oldu.

Rogério Ceni’nin kendisini diğer golcü kalecilerden ayıran en büyük özelliğiyse üstün penaltı ve kaleci tekniğinin yanında dünyanın sayılı serbest vuruş ustalarından olması. Öyle ki São Paulo taraftarları ceza sahası yakınlarında bir serbest vuruş kazanıldığında penaltı kazanılmış gibi şenlenir, kalecilerinin müthiş yeteneğini Juninho Pernambucano’nunki ile kıyaslarlar. Zaten Ceni’nin rekoru 64 gol de –şimdilik- 41 frikik golüne karşılık 23 penaltı golünden oluşuyor.

33 yaşındaki Ceni ’90 yılında, henüz 17 yaşındayken geldiği São Paulo’nun en büyük idollerinden biri. Kulüp tarihinde São Paulo formasını en çok maçta giymiş futbolcu olmasının yanısıra (şimdilik 685 maç) lider karakteri, hep dile getirdiği Tricolor sevgisi, defansı sürekli düzenlemesi ve arkadaşlarıyla hep iletişim halinde olması, önemli anlarda kurtardığı penaltılar, topu oyuna nokta atışı tadındaki paslarla sokması, kaptanlık pazubandını gururla taşıması ve saha içinde de dışında da kaptanlığı hak edecek davranışlar sergilemesi bunda büyük pay sahibi.

Rekorun Ceni için bir başka anlamıysa daha eskilere dayanıyor... Ceni ’96 yılında, henüz Zetti’nin yedeğiyken antrenmanlardan önce kendi kendine serbest vuruş çalışmaları yapmaya başlar. Her gün 100 küsur atış yaparak çalışan Ceni, ’97 yılının başında o dönemki teknik direktörü Muricy Ramalho’nun ilgisini çeker. Muricy kaleciyi daha da cesaretlendirir. Ceni kısa bir süre sonra Fluminense karşısında ilk serbest vuruşunu kullanır, ama golü bulamaz. İlk gol 15 Şubat 1997’de, União São João karşısında gelir. Sonra yavaş yavaş, geçen her yıl daha da gelişerek takımının serbest vuruşlarını kullanmaya başlar. Öyle ki ilk 29 golünün 26’sı frikiklerden gelir. 2005’ten itibaren takımın kazandığı penaltıları da tamamen Ceni kullanmaya başlar. İşin hoş kısmıysa Ceni’nin golcü-kaleci rekorunu kendisine serbest vuruş kullanmak için ilk kez fırsat vermiş olan Muricy Ramalho’nun teknik direktörlüğünde bulmuş olmasıdır.

Rogério Ceni bir aksilik olmazsa emekli olana dek São Paulo formasını giyecek. Tabii rekor da bu süre içinde dallanıp budaklanacak. Bizeyse Ceni’nin kalesinde ve rakip kalede devleştiği maçların tadını çıkarmak kalıyor.

2006/08/21

Kıtanın Kupası Kızıl

(foto: Jefferson Bernardes/VIPCOMM)

São Paulo ve Internacional geçtiğimiz çarşamba, Porto Alegre’deki Beira-Rio stadyumunda Libertadores finalinin ikinci ve son ayağını oynadılar. İlk maçı Inter deplasmanda 2-1 kazanmıştı. Dolayısıyla São Paulo’nun karşılaşmayı uzatmaya (ve belki de penaltılara) götürebilmek için doksan dakikayı en az tek farklı bir galibiyetle kapatması gerekiyordu. Fakat 58,000’e yakın Internacional taraftarının coşkusu eşliğinde müthiş heyecanlı geçen maç são-paulinoların beklediği gibi sonlanmadı 2006 Libertadores kupası Internacional oyuncularının ellerinde yükseldi.

São Paulo maç başladığı andan itibaren son dakikaları oynuyormuş gibi baskılı oynadı. Bu baskının sonucunda da nadir Inter ataklarında kalesinde tehlikeler yaşadı. Inter hücumdan çok savunmaya önem veren bir kontratak oyun düzeninde ilk yarının 29. dakikasında Rogério Ceni’nin –hiç huyu olmasa da- topu elinden kaçırmasını fırsat bilen Fernandão’nun attığı golle biraz olsun rahatladı. Tricolor’un dev defans oyuncusu Fabão ikinci yarının 5. dakikasında attığı golle beraberliği sağlasa da Tinga’nın ikinci yarının 21. dakikasında attığı gol sonucunda Colorado’yu 2-1 öne geçti. São Paulo buna rağmen pes etmedi Colorado’nun da kapanmasından faydalanarak ve ikinci yarının büyük bölümünü adeta tek saha oynadı ve sonradan oyuna giren Lenílson’un bitime birkaç dakika kala attığı golle durumu 2-2’ye getirmeyi başardı. Bu andan itibaren Colorado bir gol daha yememek için, Tricolor ise bir golcük daha atabilmek için canını dişine takarak mücadele etti, fakat süre kısa olup Tricolor da gününde olmayınca maç 2-2 sonuçlandı ve Libertadores’in şampiyonu, iki maçın toplamında 4-3’lük bir galibiyet elde eden Internacional oldu.

Maçın ardından Internacional cephesinde doğal olarak herkes müthiş coşkuluydu. Oyuncuların büyük bölümü kulüp tarihinde ilk kez kazanılan Libertadores şampiyonluğunu takım arkadaşlarına ve –o sırada sevinçten hüngür hüngür ağlamakta olan- teknik direktör Abel Braga’ya adadılar. Abelão, Flamengo ve Fluminense ile yaşadığı Copa Do Brasil ikincilikleri, Internacional ile ’88’de yaşadığı Brasileirão ikinciliği ve bu yıl yaşadığı eyalet şampiyonu ikinciliğinin ardından “önemli maçların küçük teknik adamı” diye anılır olmuştu. Dolayısıyla bu şampiyonluk kendisinin teknik direktörlük CVsi açısından (bak bak) baldan tatlı oldu.

São Paulo cephesindeyse herkes elden kaçırılan kupaya üzülse de takımın yürekli ve hırslı oyunu Tricolor’a gönül veren herkesin göğsünü gururla kabarttı.

Maç hakkında dikkate değer birkaç ayrıntıya gelince; São Paulo’nun bu şampiyonluğu kazanmasının bir güzelliği de kupanın adanacağı kişiler olacaktı. Tricolor’un üçüncü ve dördüncü kalecileri Bruno ve Weverson geçen hafta ağır bir araba kazası geçirmişlerdi. Weverson kazada hayatını kaybetmişti. Bruno ise halen yoğun bakımda ve felç kalma tehlikesi var. Rogério Ceni, kazadan sonra çıktığı ilk maçta sırtında Weverson yazan bir forma giymiş ve tüm oyuncular kollarına siyah bantlar takmışlardı. Weverson’a dinlendiği yerde rahatlıklar, Bruno’ya ise acil şifalar.

Tricolor’un özellikle Libertadores mücadelelerini düşünerek Real Betis’ten kiraladığı Ricardo Oliveira, Betis’in son anda onay vermemesi yüzünden bu maçta forma giyemedi ve cuma günü, “Yakında görüşürüz,” diyerek İspanya’nın yolunu tuttu. Betis oyuncunun ilk final maçının ardından İspanya’ya dönmesi şart koşmuş, Ricardo Oliveira ise durumun son anda değişebileceğini düşünerek Brezilya’da kalmıştı. Bu tatsızlık Betis ile oyuncunun arasını açtığı için Ricardo Oliveira’nın Betis’ten ayrılacağı veya başka bir kulübe kiralanacağı söyleniyor. Brezilya dolaylarında bu kulübün São Paulo olduğu söylense de Türk basınında Fenerbahçe’nin adı geçiyor. Ricardo Oliveira ise kimsenin kendisiyle irtibata geçmediğini söyledi (kendi ağzından duydum, çok yaşayayım).

São Paulo’nun son dönemlerde Rogério Ceni’nin ardından en büyük sembollerinden olan Diego Lugano, maçın ardından Fenerbahçe’nin yolunu tuttu. Brezilya’da taraftarlar arasında Dios Lugano (Tanrı Lugano) diye anılacak kadar çok sevilen Uruguaylı stoper hakkında Türk basınında süper uydurma haberler çıkmakta. Bunlardan dikkatimi çeken birkaçı; São Paulo formasıyla çıktığı son maçın ardından Fenerbahçe’ye gidip gitmeyeceğini soran gazetecilere, “Evet gidiyorum, dünyanın en iyi futbolunun oynandığı ülkede, dünyanın en iyi takımında oynadım (São Paulo’yu kastediyor), ama artık başka bir takımın yolunu tutacağım. Fanatik bir São Paulo taraftarıyım ve burada geçirdiğim günleri asla unutmayacağım,” tadında şeyler söyleyen Lugano’nun sözleri her nasılsa Türk basınına “Türkiye’nin en büyük takımına gidiyorum!” ve türevleri şeklinde yansımış. Geçen gün bir FB yöneticisinin söylediği “Lugano, Kaká ile oynarken, taraftarlar arasında Kaká’dan daha çok seviliyordu!” yumurtlamasıysa evlere şenlik. Hatırlarsak Kaká 2003 yılının ilk yarısında Milan’a transfer olmuştu. Lugano ise o dönemde kulübe henüz gelmiş, doğru düzgün forma bile giymemiş, kimse tarafından tanınmayan bir oyuncuydu. Taraftarların sevgisini kazanması özellikle 2004 ve 2005’te takımın as isimlerinden birine dönüşmesi ve kulübe, formasına ve taraftarlara sevgisini hem sahada çıkardığı yürekli oyunlarla hem de saha dışında verdiği demeçler sayesinde açıkça belli etmesi sayesinde olmuştur. Uzun lafın kısası, Lugano Türk futbolunda Bülent Korkmaz’dan beri büyük eksikliği hissedilen, ayakla beyin vermek tabir edilen cengaver stoper hareketini başarıyla gerçekleştirecektir. Bunun için uydurma haber yazmaya gerek yoktur.

Maçın ardından Internacional’ın predatör tadındaki defansif ortasaha oyuncusu Tinga Borussia Dortmund’nun, sünger saçlı stoperi Bolívar ise Monaco’nun yolunu tuttu. Brezilya’nın en iyi sol beklerinden Jorge Wagner’in Betis’e, tavuk sesli forvetleriden (bu açıdan Galinho, yani horozcuk lakaplı Zico’nun takipçisidir) Rafael Sóbis’inse AC Milan’a gideceği söylentileri mevcut. Hal böyleyken Internacional’ın epey kan kaybettiği söylenebilir. Gidenlerin yerini doldurup yeni başarılara imza atacaklarını, hatta sene sonunda Japonya’daki Dünya Kulüpler Kupasında Barcelona’ya direnebileceklerini umalım.

Bu arada Beşiktaş da Ricardinho ile anlaşmış. Beşiktaş’ın resmi sitesinde adamcağızı öyle bir şişirmişler ki bir an Robinho’yu filan aldılar sandım. Ayrıca kanat oyuncusu olmayan bir oyuncunun kulübün resmi sitesinde, “sol kanat oyuncusu” diye anılması epey komik olmuş. Birileri birilerine yanlış bilgiler vermiş olsa gerek. Sahibine bağışlasınlar, ne diyeyim...

2006/08/14

Acıların Takımı Corinthians

Bilirsiniz, Türkiye’de, “N’olacak bu Fener’in hali?” diye bir laf vardır. Diğer rakiplerinden (Galatasaray ve Beşiktaş) daha az sorunlu veya daha güçsüz olmasa, her takımda görülebilecek yönetici tuhaflıkları, başarısız transferler, kötü oynanan maçlar benzeri zorluklara göğüs gerse de Fenerbahçe bu “Acıların Takımı” etiketinden bir türlü kurtulamamıştır. İşte bu açıdan Fenerbahçe’nin Brezilya’daki denginin Corinthians olduğu söylenebilir. Takımın bu şekilde ünlenmesinin sebeplerinin başında en beklenmedik anlarda en beklenmedik başarısızlarla imza atması gelir. Tıpkı geçen yıl Campeonato Brasileiro’yu nahoş kokular eşliğinde şampiyon kapamasına rağmen bu yıl 16 maçın ardından 20 takımlı turnuvanın 20. sırasında (4 galibiyet, 1 beraberlik, 11 mağlubiyet) bulunması gibi...

Corinthians, Brezilya’nın tahminen ikinci (birincisi Flamengo), São Paulo’nun ise birinci büyük taraftar kitlesine sahiptir. Taraftarları kendi kendilerine genelde, tıpkı dünyanın diğer ucundaki ruh kardeşlerinin kendilerini cumhuriyet ilan etmeleri gibi, Nação Corinthiana (Corinthians Ulusu) şeklinde seslenirler. Taraftar gruplarının en güçlüsü Gaviões Da Fiel’dir. Gaviões’in takım üzerindeki etkisi öyle büyüktür ki teknik direktörlerin, futbolcuların taraftar desteğini arkalarına almak için Gaviões yöneticileriyle toplantılar yapmaları olağan bir durumdur. Corinthians da son birkaç haftadır durumu böyle kurtarmaya çalışıyordu. Geçtiğimiz hafta Atlético-PR karşısında alınan 2-1’lik galibiyet taraftarlara az da olsa umut vermiş, maçtan önceyse Gaviões üyeleri ellerinde kulüp yöneticilerinin isimlerinin yazılı olduğu tabut şeklinde pankartlarla yürüyüş yapmışlardı. Corinthians cumartesi Pacaembu’da oynanan Figueirense maçını 3-1 kaybedince işler iyice çığrından çıktı ve teknik direktör Geninho istifasını verdi.

Timão cephesinin dertleri futbolla da bitmiyor. 2004 sonunda Corinthians kulübü, Boris Berezovski ve Roman Abramovich ile derin bağlantıları olduğu söylenen İranlı işadamı Kia Joorabchian’ın gizemli şirketi MSI ile ortaklık anlaşması yapmıştı. Kia müthiş paralar akıtarak kulübe Carlos Tevez, Javier Mascherano, Marcelo Mattos, Sebá, Carlos Alberto, Roger, Gustavo Nery gibi isimleri transfer etmiş, Nilmar’ı kiralamıştı. Neticede Corinthians 2005’i olaylı bir biçimde şampiyon kapattı. 2006 sezonuna Rafael Moura, Ricardinho, Johnny Herrera gibi oyuncuları transfer ederek başlasa da bir türlü dikiş tutturamadı ve futbol başarısızlıkları yönetim kavgalarıyla süslenmeye başladı. Kulüp başkanı Alberto Dualib ile Kia’nın birbirlerini terslemeleri, yanlış anlaşmalar, karışıklıklar olağan hale gelir oldu. Örneğin takımın ligin dibine vurduğu şu günlerde Kia efendinin nerelerde olduğunu kimseler bilmiyor. Avrupa’da olduğu, oyuncu aradığı gibi söylentiler mevcut. Kia ise basınla iletişime geçtiği anlarda her şeyin düzeleceğini, düzelmezse de aldığı oyuncuları yanında götürerek Corinthians’ı bırakacağını söylüyor. Ayrıca oyuncuların huzursuzlukları birbiri ardına basına yansıyor; kimi sahaya çıkmak istemiyor, kimi antrenmanda kendisine sert girişenle kavga ediyor, kimi gol attıktan sonra kendi taraftarlarına sus işareti yapıyor, kiminin aklı kapağı başka takımlara atmakta... Yani durum pek iç açıcı değil.

Kapağı başka takımlara atmak dedim de aklıma geldi. Corinthians’tan ayrılmak isteyenlerin başında Gustavo Nery ve Ricardinho geliyor. Gustavo Nery birkaç gün önce Beşiktaş ile anlaştığını, kulüpler anlaştığı takdirde Türkiye’ye transfer olabileceğini belirtmişti. Beşiktaş’ın resmi sitesindeyse görüşülen ismin Ricardinho olduğu söyleniyor.

Ricardinho Brezilya’da olaylı isimlerden biri. Temiz yüzlü, efendi görünüşlü bir abi olsa da başarılarından çok yarattığı hayalkırıklıkları ve karıştığı tatsız olaylarla hatırlanan bir isim. Brezilya’da Paraná, Santos, Corinthians ve São Paulo’nun formalarını giymiş olan Ricardinho yalnızca Corinthians’taki ilk döneminde (’98-2002) başarılı oyunlar çıkarmış, biraz da Santos macerasının başlarında parlamıştı. 2001’de Corinthians’tayken futbolcuların arasında konuşulanları teknik direktör Parreira’ya aktardığı dedikodularının ardından adı ispiyoncuya çıkmış ve takımın bayrak isimlerinden Marcelinho Carioca ile ciddi anlaşmazlıklar yaşamıştı. Ateş pahasına geldiği São Paulo’da çılgın bir ücret almasına rağmen düzgün oyunlar çıkarmamış, sürekli sakatlıklar geçirmiş, ayrılırken de sözleşmesine karşı gelerek başka bir Brezilya takımına (Santos) gittiği için Tricolor ile mahkemelik olmuştu. 2005’te Santos’tayken Luxemburgo’nun Real Madrid’e gitmesiyle takımdan ayrılmak istediğini söylemiş, üstüne bir de takım arkadaşlarıyla arası açılmış, ardından da Corinthians’a transfer olmuştu. Arada iki de yurtdışı macerası var; Paraná’da parlayınca 21 yaşında transfer olduğu Bordeaux’da tutunamamış, Tricolor’dan sonra gittiği Middlesbrough’da ise birkaç ay kalmış ve İngiltere’de maçlara çıkmayı bırak, yedek kulübesinde bile doğru düzgün oturmadan Santos’a transfer olmuştu. Ricardinho önceki maçlardaki kötü formu dolayısıyla Corinthians’ın bu haftaki maçında oynamasa da takıma geri dönen Marcelinho Carioca ile hafif ölçekli ağız dalaşlarına girmekle meşgul.

Tabii bu kadar tersliğin yanında iyi yönleri de yok değil. Parreira ile dostluğu sayesinde 2006 Dünya Kupası kadrosuna alınan Ricardinho hatırladığım kadarıyla üç maçta son dakikalarda oyuna girmiş, Zé Roberto’nun Gana’ya attığı golün de pasını vermişti. Sahada ofansif ortasaha pozisyonunu tercih eden Ricardinho, oyun kuruculuk, serbest vuruşlar ve ara paslarda da fena değildir.

Ufak bir not: Geçtiğimiz Şubat ayında Brezilya’nın en düzgün futbol dergilerinden Placar’ın 100 futbolcu arasında yaptığı (isimleri gizli) “en nefret edilen futbolcu” anketinde Ricardinho’nun açık ara farkla birinci seçildiğini biliyor muydunuz? 17 oyla birinciliği kapan Ricardinho’yu ikinci sırada 7 oyla Romário, üçüncü sıradaysa 3 oyla Edmundo izliyor.

Peki Ricardinho’nun ergenlik çağındayken, şu anda Fenerbahçe’de oynayan Alex ile aynı salon futbolu takımında oynadığını biliyor muydunuz? Artık biliyorsunuz.

Peki Ricardinho’nun kramponlarının dillerinde iki oğlunun isimlerinin yazılı olduğunu biliyor muydunuz? Artık bunu da biliyorsunuz.

2006/08/11

Finalin Başlangıcı

(foto: Rubens Chiri)

Libertadores finalinin ilk ayağı çarşamba gecesi Morumbi’de oynandı. 70,000 küsur taraftarın önünde galibiyet arayan São Paulo, zor bir maçın sonucunda Internacional’e 2-1 yenilerek işi ikinci maça bıraktı.

São Paulo ve Internacional, gerek kadro kalitesi gerekse yönetim anlayışı açısından Brezilya’nın en düzgün ekipleri arasındalar. Dolayısıyla Libertadores finalinin bu iki takım arasında oynanacak olması kimseyi şaşırtmamıştı. Oldukça dengeli –bir o kadar da sert- geçen maçın sonucunda Inter, Rafael Sóbis’in attığı iki golle sahadan galip ayrıldı. Finalin ikinci maçı 16 Ağustos’ta, yani gelecek çarşamba Porto Alegre’deki Beira-Rio stadyumunda oynanacak. Turnuvanın kuralı gereği finalde deplasman golü kuralı uygulanmıyor, yani evde atılan golle dışarıda atılan golün değeri aynı. Dolayısıyla São Paulo ikinci maçta 90 dakikayı tek gol farkıyla kapatırsa uzatmalar oynanacak ve durum değişmezse penaltı atışlarına gidilecek. São Paulo makinesinin en önemli çarklarından Josué ve Internacional’ın defansif ortasaha oyuncusu Fabinho maçta kırmızı kart gördükleri için ikinci maçta forma giyemeyecekler.

Bu arada São Paulo defansının şerifi Lugano’nun Fenerbahçe’ye transferiyle ilgili oldukça kesin açıklamalar yapılıyor. Oyuncunun kendisiyse bu konuda Libertadores’in sonuna kadar konuşmayacağını belirtmiş durumda. Bu konuda ben de iki çift laf edeyim bari; Diego Lugano Moreno, Uruguay'dan São Paulo’ya üç yıl önce, 22 yaşındayken transfer olmuş bir stoper. Geldiğinde hiç tanınmıyor olmasına rağmen São Paulo’da kendini oldukça geliştirdi ve şu anda São Paulo’nun en önemli defans oyuncularından biri, hatta en önemlisi. Rogério Ceni ile takımın bayrak isimlerinden olduğu rahatlıkla söylenebilir. Mücadeleci ve hırslı oyun anlayışının yanında saha içinde takım arkadaşlarıyla sürekli iletişim, rakiplerleyse sürekli söz dalaşı halinde bulunuyor. Tekmeye kafa sokmak tabir edilen cengaverliği ve laf yapan ağzı, her pozisyonda hakemlerle konuşması bana hep Galatasaray’ın efsane kaptanı Bülent Korkmaz’ı hatırlatıyor. Bence çok sağlam bir defans oyuncusu ve Avrupa’nın büyük takımlarında rahatlıkla ilk on birde oynayabilecek kapasitede. Zaten geçen yıl São Paulo Libertadores’i ve Dünya Kulüpler Kupasını kazandıktan sonra Barcelona, Liverpool, Atlético Madrid gibi takımlar Lugano’yu almaya çalışmışlardı.

Geçen günkü Dinamo Kiev-Fenerbahçe maçının 3-1 bitmesinin ardından Fenerbahçe Şampiyonlar Ligini epey zora soktuğu için Lugano’nun Fenerbahçe’ye gitmesi bence kariyeri açısında çok acı olur (tıpkı Türkiye liginde tıkanıp kalan Alex gibi). Tabii imzaladığı anlaşmada –atıyorum- Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligine katılması gibi bir şart varsa iş zor. Yine de Fenerbahçe’nin parası bol, hiç belli olmaz.

Bu arada sanırım önceden yazmayı unutmuştum, Copa Do Brasil finalinde Flamengo, Vasco Da Gama’yı 2-0 ve 1-0’lık sonuçlarla geçerek kupayı kaldıran takım oldu. Ben de Haziran sonunda belirlenen sonucu 1.5 ay sonra bildirerek salyangoz süratiyle balık hafızasının kaynaştırdım, kavuşturdum, şahane oldum.

2006/08/04

Kıtanın Efendileri

São Paulo ve Internacional geçtiğimiz çarşamba ve perşembe geceleri Libertadores finaline vizelerini aldılar. Tricolor deplasmanda 1-0 yendiği Chivas Guadalajara’yı Morumbi’deki rövanşta 70,000’e yakın seyirci önünde 3-0 ezerken Internacional da Paraguay’da 0-0 biten ilk karşılaşmanın rövanşında Libertad’ı 2-0 mağlup etti.

São Paulo maçında Rogério Ceni henüz durum 0-0 iken Meksikalıların kazandığı penaltıya geçit vermeyerek takımı ateşledi, sonrasında da Ricardo Oliveira iki golün pasını verip (birini Leandro ötekiniyse Mineiro attı) üçüncü golü yazdı ve Tricolor’a geldiğinden beri (ki Libertadores final maçlarının ardından gitme ihtimali büyük) en iyi maçını çıkardı. Tricolor özellikle ilk yarı çok baskılı oynadı, ikinci yarıdaysa biraz yattı, hatta son on dakikanın neredeyse tamamı, taraftarlara, “Olé! Olé!” çektirerek geçti. Böylece 2005’in Libertadores şampiyonu São Paulo 2006 finaline de adını yazdırmış oldu.

Dün gece Beira-Rio’da 50,000 taraftar önünde oynanan maçta Internacional, ruhsuz ekip Libertad’ı Alex ve Fernandão’nun golleriyle 2-0 yendi. İki gol de pek havalı, pek uzaktandı. Sahanın en iyileriyse Colorado’nun en tehlikeli ataklarını başlatan Alex ile forvette sürekli yer değiştirerek rakip defansı allak bullak eden Rafael bis idi.

Böylece 2006 Libertadores şampiyonunun Brezilya’dan çıkacağı garantilenmiş oldu. Hatırlarsak 2005’te de turnuvanın finali São Paulo ile Atlético Paranaense arasında oynanmış ve müthiş bir ikinci maç sonunda kupayı kaldıran isim Tricolor olmuştu. Haliyle São Paulo’nun hedefi, tecrübesi ve hırsı büyük. Internacional ise daha önce hiç kazanmadığı, ’80’de finalde Uruguay ekibi Nacional’e kaybettiği kupaya ulaşmak için çok çalıştı. Finalin ilk ayağı 9 Ağustos’ta São Paulo’da, ikinci ayağıysa 16 Ağustos’ta Porto Alegre’de oynanacak.

Bakalım yıl sonunda Japonya’daki Kıtalararası Kupada geçen yılın Şampiyonlar Ligi şampiyonu Barcelona’nın karşısına hangi Brezilya ekibi çıkacak; ’92, ’93 ve 2005’te sırasıyla Barcelona, AC Milan ve Liverpool’u yenerek Tricampeão Mundial (yani Üç Kez Dünya Şampiyonu, bir kez daha kazanırsa Tetracampeão Mundial olacak) sıfatını hak eden Tricolor mu yoksa güneyin kırmızılısı Internacional mı?

Eh, böyle şen finale renk vermeyeyim de n’eyleyeyim... Bastır São Paulo, bastır São Paulo, oluver Tetracampeão Mundial!