2006/03/28

Benfica, Barcelona, Brezilya!

Benfica ve Barcelona bugün Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinin ilk ayağında karşı karşıya geldiler. Luz stadyumunda oynanan karşılaşmanın epey hareketli geçtiği söylenebilir. Fakat eski saha içi arkadaşları, yeni masa başı rakipleri Ronald Koeman ile Frank Rijkaard’ın takımları golü bulamayınca maç 0-0 sonuçlandı. Avrupa futbolunun kalbindeki bu maçın Futebras’ta yer almasının sebebiyse iki takımdaki Brezilyalı bolluğu.

Barcelona’nun 6 Brezilyalısının 4’ü, yani Belletti, Thiago Motta, Deco ve Ronaldinho Gaúcho maça ilk 11’de başlarken Edmílson ve Sylvinho forma şansı bulamadılar. Deco’yu da çift vatandaşlık sahibi olmasına ve Portekiz milli takımında forma giymesine rağmen doğup büyüme mekanından dolayı Brezilyalı sayıyorum (Thiago Motta’nın da İtalyan vatandaşlığı var, ama şimdi karıştırmayalım).

Benfica ise 7 Brezilyalısından 6’sı, yani Moretto, Anderson, Luisão, Léo, Beto ve Geovanni sahada yer alırken Alcides forma şansı bulamadı.

Bugün sahanın en iyilerinden olmasına rağmen her zamankine nazaran daha az oynayan, o az oyunuyla bile ağızları açık bırakan hareketler, paslar yapmayı beceren Ronaldinho Gaúcho’nun gelmiş geçmiş en heyecan verici ve yetenekli futbolculardan biri, belki de birincisi olduğuna gönülden inanıyorum. Barcelona’nın başarısı da büyük ölçüde Ronaldinho Gaúcho’ya endeksli durumda. Dolayısıyla Barcelona’nın Avrupa’dan son yıllarda çıkan en müthiş takım şeklinde lanse edilmesi bana biraz abartılı geliyor.

Afrika Kupası sırasında Eto’o’suz kalan, üstüne bir de Ronaldinho Gaúcho sakatlığı yaşayan Barcelona’nın ne hücum hatları, ne defansı, ne de kalesi güven veriyordu. Neyse ki imdada Lionel Messi yetişti de Eto’o ve Ronaldinho Gaúcho gelene kadar idare edebildiler. Ancak bu müthiş ikilinin varlığında bile defans çok zayıf. Brezilyalı sağ bek Belletti çok kötü maçlar çıkarıyor, bugün topu elle kesmesine rağmen hakemler tarafından görülmediği için ucuz kurtulan Thiago Motta hiç güven vermiyor. Defansta elle tutulur (hatta avuçlardan taşar) haldeki tek isim kaptan Puyol, o da bugünkü maçta cezalıydı.

İşte Brezilya mucizesi bu noktada ortaya çıkıyor; takımının tüm zayıf noktalarına rağmen Ronaldinho Gaúcho insanın ağzını açık bırakan futboluyla maçları çeviriyor, takımı şahlandırıyor. Hatta bazen öyle çalımlar atıyor, öyle paslar veriyor ki bu insan evladının yerden/havadan topuk pasını normal pastan daha düzgün yaptığına inanasım geliyor. Eto’o’nun, Mallorca’da oynadığı beş yılda attığına (54 gol) yakın sayıda golü Barcelona’da daha ikinci yılını bile tamamlamadan atmasının (şimdilik 46 gol) sebeplerinden biri de kuşkusuz Ronaldinho Gaúcho’nun dahiyane pasları ve aragazları (ve en sıçış hareketleri yapsa bile yüzüne yerleştirdiği haylaz sırıtışları).

Benfica’ya gelince: Takımın en başarılı oyuncularından, 2006 Dünya Kupası kadrosu adaylarından Luisão, eski Barcelonalı Simão ve bugün cezalı olan Nuno Gomes takımın en büyük silahları. Ama Benfica sağlam bir takım olsa ve çeyrek finale ulaşana dek Manchester ile Liverpool gibi takımları devirmiş olsa da Barcelona’yı çeyrek finalin ikinci ayağında Camp Nou’da devirmesi epey zor görünüyor. Ronaldinho Gaúcho o nefis topuk paslarını yapsın, Simão rakipleri ekmek almaya yollayıp deparlar atsın; biz güzel bir futbol izleyelim de turu kim geçerse geçsin. Ha bir de Barcelona şu antrenman forması kılıklı fosforlu cevriye formasından acilen vazgeçsin, lütfen.

2006/03/27

Bir São Paulo Klasiği

Palmeiras ve Corinthians, bugün (26 Mart 2006, Pazar) Campeonato Paulista’nın kaderini belirleyecek maçlardan birinde karşı karşıya geldiler. Aynı gün komşu ülke Arjantin’de kırmızı kartların havada uçuştuğu Boca Juniors - River Plate derbisi Martín Palermo’nun son dakikada gole çevirdiği penaltıyla 1-1 sonuçlanırken sınırın bu yanında da sonuç aynıydı.

Palmeiras-Corinthians derbisi ülkenin en önemli maçlarından biri. Brezilya’da “clássico” yani “klasik” adıyla anılan derbiler dünyanın birçok büyük derbisinde olduğu gibi kulüpleri en zor durumlardan kurtarma veya en zor durumlarda bırakma özelliğine sahip. Dolayısıyla teknik direktör Antônio Lopes’in iki hafta önceki istifasından beri herhangi bir ilerleme gösteremeyen Corinthians bu maça bir moral kaynağı olarak bakmaktayken Palmeiras ise şampiyonluk yarışından kopmama derdindeydi.

Nilmar’ın erken dakikalarda gelen havalı volesiyle rakibine üstünlük sağlayan Corinthians özellikle Carlitos’un sürüklediği ataklara rağmen maçtan galip ayrılamadı. Carlitos’un attığı, İngilitere liginde milletin kafasını çevirmeye tenezzül bile etmeyeceği bir gol faul sebebiyle iptal edilirken Palmeiras’ın da bir penaltısı es geçildi. Yani iki tarafta da maçın yönetimine pek yakınan olmadı.

Palmeiras Nilmar’ın golüne karşılık vermekte gecikmedi. İkinci yarının ortalarında Edmundo’nun ortasında topla buluşan forvet Washington topu ağlara göndererek Palestra Itália’nın tek golünü atan isim oldu. Washington son haftalarda döküm döküm dökülen Palmeiras ekibinin birçok golüne imza atmış olmasına rağmen attığından fazlasını da kaçırdığı için kimi taraftar gruplarının nefretini kazanmış durumda. Emerson Leão’nun isteğiyle kulüple sözleşmesi 2008 yılına kadar uzatılmış olan Washington Palmeiras’ın bitmek bilmez atak problemlerini çözmekten epey uzak olsa da sağlam bir yedek olarak kulübe yıllarca hizmet edebilir, sıvacı tipli futbolcu kontenjanını doldurabilir.

Bu beraberlik sonucunda Corinthians ligin bitmesine 3 maç kala Paulistão şampiyonluğuna matematiksel olarak veda etmiş oldu. Palmeiras ise ligin tepesinde bulunan Santos’tan 4 puan geride, 33 puanla üçüncü sırada bulunuyor. İkinci sıradaysa Palmeiras ile aynı puana sahip, ancak Palmeiras’ı yendiği için üstte bulunan São Paulo var.

Küçük birkaç yenilik de Madrid saflarından: Ronaldo, Çarşamba günü attığı son dakika golüyle takımı Real Madrid’in Zaragoza karşısında beraberliği kurtarmasını sağlamış ve bir buçuk aylık gol orucunu bozmuştu. Fenomen oğlan bugün de Deportivo karşısında hem müthiş bir performans gösterdi hem de bir gol daha attı.

Ayrıca Real Madrid, Santos’un 14 yaşındaki dahi çocuğu Neymar’ı almak için kolları sıvadı. Neymar ile ilgilendiği aylardır bilinen Real Madrid şu günlerde Neymar’ı ve babasını İspanya’da ağırlamakta. Önümüzdeki yıllarda “Neymar mı Adu mu?” diye tartışırız artık.

2006/03/21

Matthäus’un Güğümleri Kalaylı

Şubat başında Brezilya’ya gelen Lothar Matthäus beklentileri boşa çıkarmadı ve Atlético Paranaense kulübünde geçirdiği dolu dolu 1,5 ayın ardından görevden ayrıldı. Matthäus’un yerine geçtiğimiz sezon ulusal ikinci lig Série B’den Brasileirão’ya yükselen Santa Cruz’un başındaki Givanildo Oliveira getirildi.

Matthäus Brezilya’da geçirdiği bu kısa süre boyunca boş durmadı tabii; Iguaçu şelalelerini gezdi, Rio’daki rekor Rolling Stones konserini en önden izledi, en lüks lokantalarda en lezzetli etleri yedi, üstüne bir de para aldı. Böyle işe kebap denmezse ne denir bilemiyorum.

Cüce kariyerindeki en büyük başarısı, Atlético-PR kulübünün Paraná eyalet liginin çeyrek finalinde elenmesini görmesiydi. Eyalet liginin çeyrek finali denince matah bir şey sanılmasın; Paraná liginde Atletico-PR, Paraná ve Coritiba dışındaki takımlar fasulye addedilir. Atlético-PR’nın çeyrek finalden önceki grubu da haliyle bu fasulyelerden oluşuyordu. Çeyrek finalde kuruluş tarihi 1999 olan ADAP adlı köklü kulüple eşleşen Atlético-PR iki maçı da 2-1 yenik tamamlayarak turnuvanın dışında kaldı. Matthäus apar topar görevden ayrıldığı için takımının Brasileirão 06’da yapacağı, gelecek ay başlayacak olan maçlara filan da yetişemedi.

Matthäus’un tuhaflıkları hakemlere sataşması, bir fotoğrafçıyı yumruklaması ve komik bir gazetecilik hatasıyla başlamıştı. Atlético-PR’nin J. Malucelli ile 1-1 berabere kaldığı maçta yardımcı hakemle dalaşan Matthäus maçlardan 30 gün men cezası almış üstüne bir de kaldığı otelin lobisinde bir fotoğrafçıyı tartaklamıştı.

Placar dergisinde Delisiée Teixeira adlı gazeteci hanımla yanyana bir fotoğrafı yayınlanan
Matthäus, fotoğrafın altındaki, “Marijiana ve Lothar ancak dünya kupasından sonra birlikte yaşamaya başlayacaklar,” cümlesini okuyunca deliye dönmüştü. Ancak deliye dönen sadece kendisi değildi. Lothar’ın Macaristan’da yaşayan Sırp eşi Marijiana da fotoğrafı görmüş ve haliyle kıskançlık krizlerine girmişti.

Neticede Marijiana’nın Lothar’dan boşanacağı ve 2 milyon dolar küsur tazminat talep ettiği iddiaları ortaya atıldı. Lothar’ın boş durmayıp “3-5 güne dönerim, merak etmeyin, hadi baş baş,” diyerek Macaristan’a uçması da bu iddialara tuz biber ekti.

Atlético-PR’deki görevinden istifa edeceği ülkeden ayrıldığı andan itibaren konuşulmaya başlanmıştı. Tahminler boşa çıkmadı ve kulüp dün Lothar’ın kendilerini telefonla arayarak görevinden istifa ettiğini açıkladı. Bu haber, Matthäus’un resmi sitesinde 18 Mart’ta yaptığı açıklamayı da doğrulamış oldu. Matthäus istifa sebebi olarak Brezilya’nın Macaristan’a çok uzak olmasını gösterdi. “12 saatlik uçak yolculuğu çok fazla, çat çut gidemiyoruz yani.”

Eee, Lotharzinho... yemekleri götür, hanımları sıkıştır, gazetecileri döv, mesafeler büyüyor tabii... Sonra yandan yandan bakar kalırsın öyle.

2006/03/20

Hani Bir Amaral Vardı, N’oldu Ona?

Türk futbolseverler ve Beşiktaş taraftarları 2002 sezonunda Fiorentina’dan Beşiktaş’a transfer olan Amaral’ı hatırlayacaklardır. Yıldızı Palmeiras’ta parlayan Brezilyalı defansif orta saha / sağ bek Türkiye’de futbolundan çok Müslüm Gürses’e benzerliğiyle konuşulmuştu.

1973 yılında São Paulo eyaletindeki Capivari şehrinde dünyaya gelen ve futbola Capivariano F.C. escolinhasında başlayan Alexandre Da Silva Mariano’ya Amaral ismi dedesi tarafından verilmişti. ’92 yılında Palmeiras tarafından keşfedilmiş ve çam yarması Cléber ile birlikte takımın önemli defans elemanlarından olmuştu.

Doğuştan gelen bir rahatsızlıktan dolayı göz kapakları düşük olan Amaral önünü daha iyi görmek için kafasını diğer oyunculara nazaran daha fazla kaldırarak oynamasıyla nice futbolseverin hafızasına kazınmıştı.

Amaral bu fiziksel durumundan dolayı Türkiye’ye geldiğinde Müslüm Gürses ile kardeş ilan edilmiş, hatta hafızam beni yanıltmıyorsa basın-yayın organları tarafından iki gözüdüşük arasında bir buluşma bile ayarlanmıştı.

Ancak Amaral’ın Müslüm Gürses’e benzerliğinden daha ilginç bir yanı, futbolculuktan önceki mesleğinin mezarcılık olması. Dine meraklı bir toplum olan Brezilya’da mezarcılar insanın ölümünden sonra son temasta bulunduğu kişiler oldukları için pek tatlı bir şöhrete sahip değiller.

Her ne kadar kendisi mezarcı olduğunun doğru olmadığını, sadece bir cenazeevinde ölüleri törene hazırladığını (ölü yıkamak, giydirmek, tabut düzenlemesi vs) söylemiş olsa da şanı kısa zamanda yürüyen Amaral Brezilya’da oynadığı dönemlerde nice rakip futbolcu tarafından karanlık ve uğursuz bir sima olarak görülmüştü. Hatta bu konuyla ilgili ufak bir de anı bile mevcut: Seleção formasını da birçok kez giymiş olan Amaral bir defasında milli takımla yolculuk ederken uçak türbülansa girmiş ve o dönem takımın başında olan Zagallo futbolcuları, “Merak etmeyin çocuklar, ölsek bile uçakta mezarcımız hazır, rahat olun,” diyerek sakinleştirmiş.

Karanlık ününe rağmen neşeli karakteri ve kelimeleri yutarak, tuhaf bir biçimde konuştuğu için takım arkadaşları arasında Amaralês diye kendine has bir dil konuştuğunu söylenerek dalga geçilen Amaral Palmeiras’tan başka Corinthians, Vasco, Benfica, Parma gibi takımların formalarını giymişti.

Fazla forma şansı bulamadığı Beşiktaş’ın ardından Gr
êmio, Victória ve Atlético-MG takımlarını dolaşan, sonrasındaysa sesi soluğu çıkmayan Amaral’ın mezarcılığa döndüğü sanılsa da adamımızın şu anda Polonya’nın Pogoń Szczecin takımında top koşturduğunu belirteyim. İnanması güç ama aynı takımın kadrosunda tam 19 Brezilyalı futbolcu bulunuyor.

Bu arada Ocak ayında hakkında bir yazı yazmış olduğum Edílson Pereira De Carvalho’nun kitabı geçtiğimiz hafta piyasaya çıktı. Kitabın adı “Cartão Vermelho” yani “Kırmızı Kart”. Böylece parayı bayılan herkes bir Kırmızı Kart satın alabilecek, ne ironik değil mi (kuzum)?

2006/03/15

Futbol 2x45 Dakikadır

Futbol her biri 45 dakika olan 2 yarı halinde oynanan bir oyundur. Türkiye ve Avrupa’daysa maçlar toplam 90 dakika olarak görülür. Yanlış anlaşılmasın; Brezilya’da futbol 880 dakika değil, ancak burada futbol kafadan 90 dakika da değil, 2x45 dakika. Nasıl mı? (retoriğe bak!)

İngiliz, Türk veya İspanyol liglerinde maçlar 0-45 ve 45-90 dakika (artı uzatmalar) üzerinden yayınlanır, dolayısıyla halk tarafından da öyle algılanır. 67. dakikada kullanılan köşe vuruşları, 78. dakikada gösterilen ofsaytlar, 51. dakikada atılan goller... Brezilya’daysa durum farklıdır. Burada maç yayınları, dolayısıyla da halk arasında maçlar birinci 45 dakika ve ikinci 45 dakika şeklinde geçer. Yani 65. dakikada atılan bir gol dünyanın bu köşesinde ikinci yarının 20. dakikasında atılmış sayılır ve o şekilde telaffuz edilir.

Hiçbir maçın 70. dakikası yoktur. Herhangi bir dost meclisinde, “1999 şampiyonlar ligi finalinde Man United nasıl da 90 ve 92’de çakmıştı be Bayern’e!” denirse adama boş boş bakarlar, çünkü buraya göre çevirirsen o maçın golleri 2. yarının uzatmalarında atılmıştır.

İlk yarısı 2 dakika uzayan bir maçta bu uzatmanın 2. dakikasında bir gol atılırsa gol 45+2’de yani 47. dakikada atılmış olur. Kimi televizyon kanalları bunu “45” olarak gösterme densizliğine bile sahiptirler. Aynı maçın ikinci yarısı başlayıp da 2 dakika geçtikten sonra bir gol atılırsa gol yine 47. dakikaya aittir. Maç bu şekilde bittiği takdirde Avrupa standartlarına göre maçın golleri “45 ve 47” veya “45+2 ve 47” veya “47 ve 47” (ki bu dakikalar arasında gerçek hayatta neredeyse 15 dakika süre geçmiştir) şeklinde gösterilecektir. Brezilya’daysa, “Ali ilk yarı uzatmasının 2. dakikasında, Veli de ikinci yarının 2. dakikasında” attı diyerek karmaşadan kurtulunacak, altıncı dünya kupasını alır mıyız almaz mıyız hesaplarına girişilecektir.

Aynı mesele futbolcular için de geçerlidir; futbolcular unutamadıkları anları anlatırken hiçbir zaman, “73. dakikada rakibin beş oyuncusunu ipe dizip gol attım,” diye değil, “ikinci yarı başlamış, havada pis bir sıcak var, yarının ortalarını biraz geçe top sağdan bana geldi, bir defansı dizdim, iki, üç, beş derken baktım karşımda kaleci, çaktım topa!” diye anlatır. Zaten adam, “Maç 90 dakika, o halde 73. dakika, 45+28. dakika oluyor, yok yok, 90-17. dakika oluyor,” diye düşünmeye başlarsa topu bırakır, eve gider.

Yani ben ne diyorum? Diyorum ki oyuncular ilk yarı bitip de soyunma odalarına döndüklerinde antrenörlerinden gerekli azarı veya övgüyü yerler, ki bu an nice maçın dönüm noktasıdır. Futbolcular ikinci yarı için sahaya döndüklerindeyse önlerinde yeni bir sayfa vardır, illa ki öteki yarının bir devamı değil.

Neticede futbol kağıt üstünde basit bir oyundur. Avrupa’da kimse maçlar 90 dakika üstünden yayınlanıyor diye beyin spazmı geçirmiş değildir (umarım). Brezilya ise 5 kez dünya şampiyonu olmuş, dünyanın en iyi futbolcularını yetiştirmiş ve yetiştirmekte olan bir ülkedir (bunu tekrarlamasam çatlardım zaten). Hani diyorum ki, belki de bir bildikleri vardır (parantez üstüne parantez açtım, bir tane daha açayım anasını satayım).

2006/03/09

Kaptan Cafu

Futbol tarihinin en başarılı sağ beklerinden Cafu geçtiğimiz ay dizinden ameliyat olmak için İtalya’dan Brezilya’ya gelmiş, dolayısıyla Brezilya’nın Rusya ile oynadığı dostluk maçında forma giyememişti (ne dostluğu yahu, sponsorun para kazanma maçı, -10 küsur derecede futbol mu olur, parmağı düşer adamın). Neyse ki ameliyatı başarılı geçti. Hatta fazlaca başarılı bile denebilir, çünkü dizindeki sorunun haricinde bademcikleri alındı ve solunum yollarındaki bir tıkanıklık giderildi. Yani 140 küsur maçla Brezilya formasını en çok giymiş olan oyuncu unvanını elinde bulunduran Cafu artık sağ kanattan rakibe bindirirken daha da derin nefes alabilecek.

1970 yılında São Paulo’da dünyaya gelen Marcos Evangelista De Moraes futbola Escolinha De Futebol Craque Pedro Rocha’da başladı ve Nacional, Portuguesa gibi takımlarda yetişti. Bu arada oyun tarzının ve süratinin ’70’li yıllarda Fluminense forması giyen Cafuringa’yı çağrıştırması dolayısıyla Cafu lakabını aldı. Profesyonel futbola geçişiyse dokuz başarısız denemenin ardından São Paulo F.C.’ye katılmasıyla oldu. São Paulo’dan sonra Zaragoza, Palmeiras, Roma formaları giyen Cafu geçen yıl Roma’dan Yokohama Marinos’a transfer olmak üzereyken A.C. Milan araya girdi ve tecrübeli oyuncuyu kadrosuna kattı.

São Paulo’daki başarısıyla ’94 Dünya Kupası kadrosuna giren Cafu kupada pek oynamamış olsa da Brezilya ile İtalya arasındaki final maçında Jorginho’nun sakatlanması üzerine oyuna girerek dünya kupasını kazanan takımda oynamış oldu. ’98 ve 2002 Dünya Kupalarında oynayan Cafu, 2002’de Seleção kaptanı olan Emerson’un sakatlanmasıyla kaptanlık pazubandını koluna geçirdi ve Brezilya’nın kazandığı beşinci dünya kupası onun ellerinde yükseldi.

Özellikle São Paulo’da oynadığı yıllarda gol attıktan sonra havada attığı inanılmaz taklalarla, Roma’da oynarken Lazio karşısında Nedved’e ve Simeone’ye taktığı şapkalarla zihinlerde yer eden Cafu’nun hatırlarda en çok yer eden görüntüsü şüphesiz 2002 Dünya Kupasını kaldırışıdır.

Güzel futbolunun yanında yardımsever kişiliğiyle de tanınan Cafu, São Paulo’da çocukluğunun geçtiği mahalle olan Jardim Irene’ye birçok yardımda bulunmuş (2002 kupasını kaldırırken formasında yazan “100% Irene” de oraya bir göndermedir), escolinhalar kurmuş ve nice yardım kampanyasına imza atmıştır. Ayrıca Cafu Guinchos adlı bir de çekici servisi şirketi vardır (çek kaptan çek).

Brezilya’da son aylarda Cafu ve Roberto Carlos’un 2006 Dünya Kupası kadrosuna alınmak için fazlaca yaşlı oldukları tartışmaları süregeliyordu. Ancak sağ bekte Cicinho’nun nispeten tecrübesizliği, soldaysa Roberto Carlos’un sağlam bir yedeğinin bulunmayışı ikilinin kupa şansını artırıyor. Bana da Cafu’nun yüzünde her zamanki mütevazı gülümsemesi, sırtındaysa klasik 2 numaralı formasıyla Seleção kaptanı olarak 2006 Dünya Kupasını kaldırışını hayal etmek düşüyor.