2006/06/15

Önce Güvenlik

(foto: Jasper Juinen/AP)

Brezilya maçının olduğu günlerde burada inanılmaz bir atmosfer var, maç saatinde São Paulo (ve tahminimce tüm Brezilya) bir hayalet şehre dönüşüyor ve sokaklarda tek bir kişi bile olmuyor. Pencereden bakıp sokakta yürüyen birilerini görünce de, “Bunlar ya Arjantinli ya da Lüksemburglu,” şeklinde dalga geçiliyor. Ve gol atılınca tüm şehir inliyor!

Brezilya’nın salı günü Hırvatistan’ı 1-0 yendiği maç aslında tipik bir Brezilya usulü Dünya Kupası açılış maçıydı. Açılış maçında dizginleri sıkı tutmak geleneğine Ronaldo’nun sönüklüğü de eklenince sahadaki oyun beklendiği kadar verimli olmadı. Tabii ben de buradaki 180 milyon insan gibi sahada rakibe beş gol dizen bir Brezilya görmek isterdim, gelecek sefere artık.

Brezilya’nın açılış maçlarında tutukluğa varan bir güvenlik anlayışıyla oynaması özellikle son üç kupada gelenek haline gelmiş durumda (Seleção’nun bu üç kupada da final oynayıp iki finali kazandığını da hatırlamak lazım). Kısa bir özet geçmek gerekirse Brezilya ’94’teki açılışta Rusya’yı 2-0, ’98’de İskoçya’yı 2-1 ve 2002’de de Türkiye’yi zorlu bir maçın sonunda yine 2-1 ile geçmişti. Neticede sönük futbollu 1-0’lık bir galibiyetin getireceği hüsran Brezilya halkı için güzel futbollu 0-1’lik bir yenilgiden çok daha acı olur. Parreira da bunu düşünmüş olsa gerek. Ama böyle devam etmeyecektir, sonuçta takım maçları farklı galibiyetlerle tamamlayabilecek yetenekte.

Ronaldo meselesiyse epey karışık; burada kupa hazırlık sürecinden (hatta bu yılki Real Madrid lig mücadelelerinden) beri Ronaldo çok eleştiriliyor. Formsuzluğu, kilo fazlaları, krampon sorunları, moralsizliği vs... Televizyon kanalları ve gazeteler bir şekilde içerik bulmaları gerektiği için fenomen oğlanın üzerine epeyce yüklenmiş durumdalar. Ronaldo hazırlık maçlarında gayet iyi oynamış olsa da Hırvatistan maçında oldukça kötüydü ve oyundan çıkmadan önce kalenin üzerinden çıkan bir şutu haricinde hiçbir varlık gösteremedi. Tabii ertesi günkü gazetelerde de “Bu Parreira ne yapıyor? Bu Ronaldo sahaya nasıl çıkar?” diye iyice hırpalandı. Ben de bu eleştirilere bir nebze katılıyorum. Sonuçta kenarda müthiş bir yedek kadrosu varken Ronaldo’nun sahada yatması acı bir durum, ama Ronaldo’nun şu anda en çok ihtiyacı olan şey özgüven ve bir golcük attı mı bu özgüveni rahatlıkla bulabilir. Örneğin maçtaki o üstten dışarı çıkan şutu kaleyi bulsa bugün kamyon dolusu laf eden medya çok farklı şeyler söyleyecekti: “Bitirici Ronaldo! Oyun boyunca kendini göstermeyip doğru anda yeteneğini konuşturdu!”

Parreira’nın Ronaldo ısrarı da (oyuncunun grubun ikinci maçına da ilk 11’de başlayacağı teknik adam tarafından onaylandı) fenomen oğlanın formdayken harikalar yaratabileceğini bilmesi ve bunun için bir nevi psikoloji kumarı oynamasından ileri geliyor. Ronaldo kendini kanıtlaması gereken bir oyuncu değil; Brezilya’yı ’98’de finale taşımış (aslında o finalin nasıl kaybedildiği üstüne kitaplar yazılır, ama şimdilik bir kenarda dursun), 2002’de şampiyon yapmış, 100 milli maçta 64 gol atmış, Dünya Kupalarının en çok gol atan oyuncusu rekorunu (rekoru elinde bulunduran Gerd Müller’in 14, Ronaldo’nunsa 12 golü var) kırmasına çeyrek kalmış bir deli oğlan. Ama yine de Ronaldo Avustralya karşısında Hırvatistan maçındaki gibi oynarsa sonraki maçta yerini Robinho’ya kaptırabilir.

Sihirli karenin diğer üç üyesinin ağır markaj altında kalmasıyla iyice parlama şansı bulan Kaká’nın jeneriklere layık golü maçın sonucunu belirledi. Ufak bir ayrıntı da gol anında Hırvat savunmasının konumuyla ilgili: Kaká’nın topa vurduğu anda maç boyunca doğru düzgün depar bile atmamış olan Ronaldo’yu tam üç Hırvat oyuncu marke etmekteydi, yani fenomen oğlan “ölüsü yeter” kıvamındaydı.

Bunun dışında takımın geri kalanı hiç fena işlemedi. Defans ve sağ kanat biraz eleştiri alsa da bana ikisi de pek aksıyor gibi gelmedi. Hatta Cafú iyi bir maç çıkardı (Milan’dan takım arkadaşı olan Kaká’ya gol pasını veren de oydu). Ama Hırvat atakları o kanattan geldiği için (Prso ve Babiç dolayısıyla) rakibin en zorladığı kısım orası oldu. Benim asıl korkum Cafú’nun değil, Roberto Carlos’un yanını zorlayacak takımlar, çünkü Roberto Carlos’un geri dönüşleri ve top çalma özellikleri Cafú’ya göre daha zayıf.

Yine de Brezilya futbolu savunmasıyla değil hücumuyla tarih yazmıştır ve açılış maçındaki tutukluk gelecek maçlarda yerini çok daha şık ve gollü galibiyetlere bırakacaktır.

İspanya dün Ukrayna’yı beklenmeyecek kadar rahat bir biçimde geçti. İspanya’nın penatısı biraz kofti olsa da 1 gol + 1 kırmızı kart getirdi ve o ana kadar 2-0 giden maçta farkın daha da açılmasını sağladı. Yine de İspanya’nın kupanın şimdiye kadarki en güzel futbollarından birini gösterdiğini, Türkiye’ye elemeler sırasında benim de gitmiş bulunduğum Kadıköy’deki maçta sapasağlam bir oyunla 3 atan Ukrayna’nın (ve tabii Shevchenko’nun) ise fecaat bir futbol oynadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

İngiltere bugün rezalet futboluna aynen devam etti ve gönüllerin padişahı Trinidad & Tobago’yu son dakikalarda bulduğu iki golle 2-0 geçti. Bu futbolla fazla açılırlarsa boğulacaklar. Aynı gruptaki diğer maçta kabız İsveç ezik Paraguay’ı dünyanın en sıkıcı maçlarından birinde 1-0 yendi. Böylece Paraguay kupa dışında kalmış oldu. Milli marşı “Amerika’nın bahtı kara halkı...” diye başlayan bir ulusun fazla uzağa gitmesi de zor be abi. Trinidad’ın ise halen ikinci tur için şansı var, bastırın canlar!

Hiç yorum yok: