2006/06/20

Kımıldanan Dev

(foto: Jochen Lübke/AFP)

2006 Dünya Kupası grup maçları tamamlanmak üzere. Favorilerin birçoğu ikinci turu garantilerken Fransa, İtalya, Çek Cumhuriyeti, İsveç gibi takımlar kupaya henüz veda etmemiş olsalar da işlerini epey zora sokmuş durumdalar.

Brezilya pazar günü F Grubundaki ikinci maçını Guus Hiddink’in çalıştırdığı Avustralya karşısında oynadı. İlk maçta sergilenen tatsız futbolun ardından Seleção’dan talepler ve beklentiler büyüktü.

Avustralya maça kaleciyle top arasına on oyuncu koyarak, kontratak arayışlarıyla başladı ve futbolun içine edeceğinin göstergelerini başlangıç düdüğünden birkaç dakika sonra Grella’nın Ronaldo’nun kaval kemiğini kırma girişimiyle göstermiş oldu. Avustralya oyuncularının futbolcudan çok ragbi oyuncularını andıran fizikleri ve oyun anlayışları yüzünden maçın böyle sert geçeceği bekleniyordu, ama yine de Grella’nın bu hayvan hamlesinden sonra Brezilyalı oyuncular ayaklarında top tutmaya çekinir oldular. Ronaldo ilk maça göre çok daha fazla hareket etti ve şut çekmeye çalıştı, hatta tıpkı Bebeto’nun ’94’te yaptığı gibi bebeğinin doğumunu kutlayan Adriano’nun golünün pasını verdi, ama halen eski formundan çok uzak. Ronaldo beklendiği üzere yerini ikinci yarının ortalarında Robinho’ya bıraktı. Robinho sayesinde ivme kazanan Brezilya hücumları Fred’in de Adriano’nun yerine oyuna girmesiyle iyice süratlendi. Nitekim Brezilya’nın ikinci golü de Robinho’nun direğe isabetlediği bir şutu Fred’in tamamlamasıyla kazanıldı. Böylece Fred yanılmıyorsam oynadığı 4. milli maçta 3. kez ağları havalandırmış oldu.

Brezilya karşılaşmayı 2-0 kazansa ve kupadaki ilk maçına nazaran çok daha hareketli bir oyun çıkarmış olsa da halen istenen kıvama gelmiş değil. Hücum hattının, özellikle de Ronaldinho’nun halen beklenen müthiş oyunları çıkarmamış olmasını şahsen grup maçlarına bağlıyorum. Brezilya’nın adam gibi oynaması için biraz daha ciddiye alacağı rakiplere ihtiyacı var ve Hırvatistan, Avustralya gibi ekiplerin bu ciddiyeti sağlayamadıkları açık. İkinci turda şöyle sağlam bir rakip gelirse bizim oğlanlar da biraz açılırlar diye düşünüyorum, zaten açılamazlarsa da kupaya veda ederler.

Maç sonrasında yaşayan efsane Zagalo Avustralyalı oyunculardan birine yaklaşıp Roberto Carlos’un formasını vermeye çalıştı, Avustralya ayısıysa, “Napıyım ulan!” tarzı bir hareket yaparak formayı reddetti. Zagalo’nun yüzünde beliren hayalkırıklığı ifadesi bu sahneye tanıklık eden herkesin yüreğini parçaladı.

Karşılaşmadan önce Brezilyalı bir muhabirin seyirciler arasında yaptığı röportajda, “Dünyanın en iyi takımıyla oynayacaksınız, ne hissediyorsunuz?” dendiğinde, Avustralyalı bir seyirci, “Brezilya’nın dünyanın en iyisi olduğunu kim demiş?” diye karşılık vermişti. Ben hemen cevabını vereyim; Brezilya’nın dünyanın en iyisi olduğunu futbol, zaman, istatistikler, gönüller, taktikler, stratejiler, sokakta maç yapan çocuklar ve yine futbol söylemiştir. Futbol, galibinin daima değişken olduğu, sürprizlerle dolu bir spor olabilir, ama sürprizler defalarca tekrarlandıklarında gerçek halini alır, bu gerçekler uzun bir süreye yayıldığındaysa tarihe dönüşürler. Avustralya’nın hem oyuncuları hem de seyircileri o çok sevdikleri futbol dünyasından (ve tarihinden) birazcık haberdar olsalardı en azından ’58 ve ’62 kupalarını kazanan Brezilya kadrosunda oyuncu, ’70’i kazanan Brezilya’da teknik direktörü, ’94’ü kazanan Brezilya’daysa (tıpkı şimdi takımda olduğu gibi) Parreira’nın yardımcılığını yapan Zagalo’nun kendilerine uzattığı formayı efsanenin suratına tükürürcesine reddedip, “Kim demiş?” tarzı şeyler zırvalamak yerine durup, “Futbol nedir? Peki biz futboldan ne bekliyoruz?” diye düşünürlerdi.

Futbol, özellikle Güney Amerika futbolu açısından güzel bir gelişmeyse Arjantin’in birkaç gün önce Sırbistan’ı (gerçi ben alışkanlıktan hâlâ Yugoslavya diyorum) 6-0 ezmesiydi. Atılan yarım düzine golden daha önemli olan şeyse Hermanoların oynadıkları hoş futboldu. Özellikle yirmi küsur pastan sonra Crespo’nun topuk dokunuşuyla buluşan Cambiasso’nun attığı gol ve Riquelme’nin nokta atışıyla buluşup alışılageldik tarzıyla defansı maymun eden Tevez’in golleri müthişti. Arjantin öylesine şık bir galibiyet aldı ki bizi bile mutlu etti. Bu arada geçen gün okuduğum bir lafı hemen aktarayım da yirmi yıl sonra beynim durur da unutursam bir köşede bulunsun: “Brezilyalılar Arjantinlilerden nefret ediyor olmayı severler, Arjantinlilerse Brezilyalıları seviyor olmaktan nefret ederler.” Çevirince o kadar harika durmadı, neyse... Ama inanın ki Arjantin’in güzel futbolu Brezilyalıların bile onları (bir süreliğine de olsa) sevmelerini sağladı.

Kupa öncesi tahminlerimde gönlümden (ve beynimden) Brezilya-Arjantin finali geçiyordu. Umarım öyle olur, çünkü güzel futbolu yenmek de, güzel futbola yenilmek de leziz.

Hiç yorum yok: